|
Almanya
bazı Gözlem ve Anılarım
1952 - 1960
Ön Söz
Yüksek Tahsil; sonradan birçok tekstil ve kimya firmalarında çalışmamın haricinde günlük yaşantımdaki bazı “Gözlem” ve “Anılarımı” tekrar hatırlamak istedim.
Yıllar ilerledikçe; kişinin iç dünyasını zenginleştiren unsurun; değer vererek yaşanmış anıların resimlerle de süslenerek hatırlanmasında buluyorum.
Bilgisayarın güzelliği de; sizin Hayatınızı paylaşan en sadık Dostunuz olarak “Anılarınızı” klavyenizin tek tuşu ile anında gözlerinizin önüne sermesi.
İşte “Tuş’ a basıyorum…
Almanya’ ya ilk adım…
1952 yılının Ekim ay’ ında Almanya’ nın Düsseldorf şehrine gittiğimde, Galatasaray ve Fransız Saint Benoit Lisesinde öğrendiğim Fransızca ve de orta derecede İngilizceden başka Almancam yanlızca
“Ja, Nein, Brot, Wasser, Wie gehts” vs’ den oluşan birkaç kelimeden ibaretti.
Almanya’ da amacım, Yüksek Tekstil Kimya Mühendisi tahsilini görüp yurda döndüğümde edindiğim bilgi ve tecrübeleri tekstil sanayimize yansıtmaktı.
İlk önce büyük bir özveri ve sebatla 5 ay süresince ön staj için gittiğim Bayer Kimya Fabrikasında o zamanki ismi "Farbenfabriken Bayer" akşamları
2’ şer saat Almanca dersi aldım.
Bu arada stajım süresinde de birçok mesleki arkadaş edindim.
Ne mutlu ki 1953 Nisan ayında Krefeld’ deki Yüksek Tekstil Mühendis okuluna gerek ön çalışmalarım
gerekse yeterli Almancam sayesinde kabul edildim.
1952 - 60 arasında Almanya’ da Yüksek Tahsil için ve özellikle Tekstil sanayii merkezinden biri olan Krefeld’ de ki okulda İskandinavya’ dan, İtalyadan ve Türkiyeden gelmiş çok az sayıda öğrenciler bulunuyordu.
Okulda öğrenim dışında atletizm, futbol, eskrim gibi sportif faaliyetler de vardı. Futbolda biz yabancılardan oluşan takımımız ile Almanlar’ a karşı muhtelif turnuvalar tertip ediliyordu.
1938 – 1945 Harbinden geriye kalan izlenimler…
1945 de sona eren harbin üzerinden 7-8 sene geçmesine rağmen onarılması daha yapılamamış Almanya’ da, özellikle Kuzey doğu, Kuzey ve Kuzey Batı bölgelerinin bombalanıp harabeye döndürülmüş fabrikalarını binalarını, kiliselerini, tren garlarını vs. zaman zaman gazetelerde neşredilen resimlerden görmek mümkündü.
Ayrıca Frankfurt a.Main, Mönchen Gladbach ve Berlin’ de konuklandırılmış Amerikan, İngiliz ve Rus İşgal kuvvetleri ellerine geçirdikleri orijinal filmlerden esir kamplarını, gaz odalarını veya yakma kazanlarını, vagonlara tıka basa doldurulan sürgünlerin iç kapatıcı sahnelerini sinemalarda tekrar tekrar seyircilere hatırlatmayı ihmal etmiyorlardı.
|
|
|
|
|
|
Almanya ve Modern Batı Müziği
Dünya’ ya en büyük Klasik Müzik Dehalarını yaratmış ve yetiştirmiş Almanya’ da özellikle Hitler Rejiminde halk bilinçli olarak yanlızca kendi müzik tarzlarına yönlendirilmişti.
Harp süresince Alman radyolarından halka ve askerlere devamlı dinlettirilen, Ayten Alpman’ nın “Benim Memleketim” misali ”Lale Andersen” in
söylediği “Lili Marleen” şarkısı idi.
1945’ te Harp sona erdiğinde – özellikle bombalanmamış - Frankfurt a Main’ daki Alman Kimya Sanayii’ nin merkez binası olan IG - Farben Amerikan kuvvetleri tarafından işgal edilip kışla haline sokulunca orada kurulan ve taa Türkiye’ den bile dinlenebilen AFN (American Forces Network)
gerekse Mönchen Gladbach’ taki B F N (British Forces Network) askeri kışla radyo istasyonları, özellikle Amerikan Jazz ve İngiliz Ballroom Dans müziğinle askerlerini hem eğlendiriyorlar hem de Hitler zamanında tabu olan Caz ve benzer müzik türünle halkı Modern Batı müziğine yönlendiriyorlardı.
Yabancı İşçi Girişinin başlaması...
1950’ li yıllarda Almanya’ daki Yabancı Yüksek Tahsil öğrenci sayısı gittikçe yükselirken, Yabancı İşçi sayısı da ihtiyaçtan hızla artmaya başladı: Almanya’ da harbin verdiği büyük kayıplardan ötürü, iş gücü yaratanlar yaşlanmış veya ölümlerden dolayı azalmıştı. İlk yabancı işci girişimi mutfaklarıyla beraber 1950’ nin ortasına doğru Çekoslovakya’ dan başladı. Çekoslovak işçileri bilgili ve eğitimliydiler. Özellikle tekstil sanayiinin basma departmanlarında Çekoslovaklar yüksek kademelere eriştiler.
Onları takip eden İtalyanlar sonradan gelen bizimkileri andırıyordu. Fabrikalarda kısmen vasıfsız işçi olarak çalışmalarının dışında özellikle sokak
ortamlarında kızlara, hanımlara aşırı taciz ve sırnaşıklığa varan derecede sarkıntılıkları bir dönem onları halk nazarında bir hayli çirkinleştirmişti.
Almanya’ ya işçi akınının devamını İtalyanlardan sonra 1950’ li yılların sonlarına doğru İspanyollar, sonra Yugoslavlar ve Yunanlılar aldılar.
O zamanlar Tito rejimindeki Yugoslavya ileri bir görüşle Almanya’ ya vasıfsız işci görüntüsü altında çoğunlukla nisbeten vasıflı elemanlarını gönderip, Almanların mesleki çalışma düzenlerini, disiplinlerini öğrenip memleketlerine çok daha bilgili ve tecrübeli olarak dönmelerini sağladı.
Zaman akışı süresinde İtalyan işçiler ortama uyum sağlayıp, görgülerini, tavır ve hareketlerini, yarı italyanca yarı almanca karışımı lisanlarını sempatikçe ve kulağa hoş gelecek tarzda geliştirip, ama bu arada da kendilerine has özel renkli ve müzikal yaşamlarına sadık kalarak otellerde, sonrada restoranlarda kendilerine yer buldular ve neticede çevre ahalisinden kabul gördüler.
Bugün birçok Alman şehirlerindeki cafe-bar, restoranların en tanınmışlarının da yöneticileri İtalyanlardır..
|
|
|
|
|
|
Almanya’ ya İşçi gücümüzün ve Kebap’ ın girişi başlıyor…
Almanların yabancı iş gücü ihtiyacı hızla artarken 1960 yılından itibaren bizzat kendi doktorlarıyla İstanbul’ a gelerek Tophanedeki İş ve İşçi Bulma Kurumunun arka bahçesinde genel tahsil seviyeleri ile pek ilgilenmeden yanlızca vücutça sağlam, ayakta durabilen çoğunlukla doğulu insanlarımızı seçerek memleketlerine götürdüler.
Gurbetçilerimizin Almanya yaşamlarını 3 döneme ayırmak doğru olur kanaatindeyim :
1960 süresindeki birinci nesil çok basit işlerde kullanıldılar.
İkinci nesil gençleri, özellikle de genç kızlar bu avrupai değişik ortamda ailelerin baskısı ile zor
şartlar altında yaşamaya mecbur bırakıldılar.
Oğlanlar ise değişik dış dünyaya nisbeten daha çabuk uyum sağladılar.
Üçüncü yani bugünkü nesil ise, gerek tavırları, gerekse almancayı akıcı konuşma becerileri yönünden Alman gençlerinden farkları pek kalmadı denebilir.
Fark yanlızca sarışınlık ve esmerlikte görülüyor.
Bir Not’ ta Japonlar ile ilgili:
1955’ li senelerde uzak doğudan çoğu mühendis özellikle Japonlar; Almanya’ da Fabrikaları, Sanayi firmalarını gezmeğe görmeğe gelip, adetleri vechile gizli cep kameraları ile ileri teknoloji bilgilerini memleketlerine aktarmayı amaçlamışlardı. Onların ziyaretleri haber alındığında, departmanlara önceden haber verilir ve benim de çalıştığım büyük Kimya Fabrikasının laboratuvarlarında araştırma geliştirme dosyaları ve reçetelerin bulunduğu dolaplar vs. sanayi hırsızlığı olasılığına karşı kitleniyordu. Buna rağmen birkaç kişinin suçüstü yakalandığına bizzat şahit olmuşumdur.
Almanlarla; birinci dünya harbinden 1960 senesine kadar geçen uzun zaman dilimi içinde gerek tahsillerini o zamanlar yapmış büyüklerimden ve de benim bizzat yaşadığım 1950’ li yıllar süresinde tarihi dostluk bağlarımız yanında tahsilli, kişilikli, kültürlü genel uyumumuz, görüntümüz, lisana iyi derecede vakıf olma becerimiz günlük hayatta bizleri birbirimize saygın tarzda yaklaştırmıştı.
Ne ilginçtir ki; orada kaldığım süre içinde birçok aile ve arkadaş ortamında hiçbir zaman bugünkü gibi maksatlı ve siyasi olarak Ermeni veya Kürt mevzularının konuşmalarımıza yansıtıldığına şahit olmadım.
Ekseri Almanların zihinlerine yerleşmiş “Kurdistan” sözü nereden geliyor ?
Alman gençleri daha ilk öğrenim yıllarında, 1842 –1912 senelerinde yaşamış ve birçok kıtalardaki gezilerinde masal gibi rahat anlaşılan seyahatnameler yazmış olan “Karl May” ı okumuş veya duymuşlardır. Yazarın 1892’ de kaleme aldığı “Durch wilde Kurdistan” (Vahşi Kürdistan) ifadesi bir şekilde Türkiye ile bağdaştırılarak birçok kişilerin hafızasında - herhangi bir art niyet amaçlanmadan - yer etmiş ve zaman zaman bir vesile ile günlük kullanımlarına girmiştir.
Bir misal: Mesela ekseri sınıflarda olduğu gibi, Krefeld’ de yıl sonu çıkarılan sınıf mecmuasında hayal güçlerini zorlayıp - tabii şaka mahiyetinde - bana da dönük olarak, güya benim ağzımdan “Okuldan mezun olunca Kurdistan’ a dönüp orada yalnız bıraktığım sevgilim Çerkez kızına, kavun’ a ve deve’ ye kavuşacağımı” yazmışlardı.
Herkez için yazılan bir alay hoş imalara o zamanlar gülüp geçmiştik….
Ancak genelde okumaya, araştırmaya önem veren Almanlar Yakın ve Ortadoğu ile bir vesile ilgilenip kütüphanelerde bu yörelerin tarihi haritalarını alıp incelediklerinde Türkiyemizin Kuzeydoğu bölgesinin üzerinde Ermenistan (Armenien), Doğu ve Güneydoğu bölgesinin üzerinde de hudutları belirlenmiş Kürdistan (Kurdistan) yazısını farketmektedirler.
|
|
|
|
|
|
Krefeld’ den Hatırda Kalanlar...
Krefeld’ din Tiyatro ve San’ at ortamında tanıştığım kişiler sayesinde, bu hususta eksik kalmış Konser ve Opera bilgi kültürümü bir nebze geliştirebildim.
“Krefelder Stadt-Theater” daki bazı oyuncular ve dekoratörlerle beraber, ara sıra akşamları Krefeld’ den Düsseldorf’ a gidip (26 km) orada da beraberce
Konser, Tiyatro ve Opera seyretme imkânım oldu.
Güzellik şuradaydı ki; Gösteri sonu Düsseldorf’ un meşhur “Alt Stadt” yani “Eski Şehir” denilen ortamına gidiyor, “Realto” İtalyan Pizza Bistro’ sunda gösteriler üzerine görüş alış verişi yapılıyordu.
Bu arada Krefeld’ de ilk 8 katlı “Philadelphia Haus” da oturan önceden de Türkiye’ ye gelip hayran kalmış Almanlar vasıtasıyla Ressam, Mimar, Rejisör gayet değerli 60 yaşlarında Fritz Huhnen’ i bir nebze tanımak fırsatım oldu. O’ da aynı apartmanın en üst katında oturuyordu.
Bu değerli üstadın san’ at yönünden zengin hayatını
“Google.de” den ismini yapıp okumak mümkün.
Bazı akşamlar hakiki Entellerin da gittikleri bir Bar-Bistro’ ya yolum düşüyordu. Fritz Huhnen’ in de orada bulunduğu bir akşam dikkatimi çekti; barda oturan gençlerden biri eğlenme bahasına üstadın bardağına gizlice votka veya emsali içki karıştırıyorlardı.
Tavırlarından çok rahatsız oldum ve müdahale ettim. Sonra da aşırı alkolden bitab hale düşmüş üstadı büyük zorlukla sallana sallana bir elimde yanından hiç ayırmadığı bisikleti diğer tarafımda üstadı yakındaki Philadelphia apartmanına güç bela taşıyabildim.
(Krefeld' deki bir dostun resimli gözlemi: "Aufwiedersehen..." Sayfasında)
Sportif Anılar…..
Buz Hokeyi ve Patinaj Stadyumu ve Krefeld’ in kapalı Buzhokey Salonu vardı (Rheinstadion). Burada özellikle kış sezonunda hemen hemen her hafta sonu maçlar yapılıyordu.
Krefeld’ in Buz Hokey Takımları (KEV-Krefelder Eishokey Verein) ve (Preussen Krefeld) idi. Bizdeki Galatasaray - Fenerbahçe rekabeti gibi - ancak sözlü ve fiili saldırısız - sloganlar atarak maçlar oynanıyordu.
KEV’ nın aynı zamanda Almanya Milli Buzhokey Takımının kalecisi Ulli Jansen' i (2006 Temmuz' da Ulli' nin maalesef öldüğünü babasının modeli oğlundan öğrendim RESİM) ve oyuncu Georg Pecher’ i bizzat tanımıştım. Preussen - Krefeld takımının kalecisi ise, sonradan bir zaman Çiftlerde Tenis partnerim olan Heinz Wackers’ di.
Stadyumda 1955 senesinin galiba Şubat ayında Dünya Buzhokeyi şampiyonası yapıldı. O zamanlar Kanada ve Rusya dünyanın en kuvvetlileriydi.
Tabiatıyla hapten galip çıkmış Rus takımına karşı seyirciler Kanada lehinde çok tezahürat yapıyorlardı. Müthiş heyecanlı ve mücadeleli geçen maçı Kanada takımı Rusya’ yı 7-2 yenerek kazandı.
Bu final maçını dona dona, konyak şişesinin desteğiyle beraber seyretme şansını buldum.
Stadyumun halka açık bazı akşamlarında da Paten pistinde Şarlo gibi, düşe kalka Buz pateni yapmaya çalışıyordum. Aynı Stadyumda sonradan Dünya Buz Pateni birincisi olan Gundi Busch ve onun kadar meşhur Krefeld’ li İna Bauer’ de bizlerin hayran bakışları arasında antreman yapıyorlardı.
Buz Hokeyi salonunun managerini gene KEV’ daki arkadaşlar sayesinde tanımıştım. Benim müzik ve güzel melodili plak merakımı öğrendiğinden ve de harp sonrası Batı müziği plakları Almanya’ da dolayısıyla Krefeld veya Düsseldorf’ ta bulmak bir hayli kısıtlı olduğundan bende Krefeld’ e çok yakın Lale diyarı Hollanda’ nın Amsterdam şehrine ara sıra trenle gittiğimde, 33’ lük plaklar alıyor ve onları manager Stadyumda haftaym arasında çaldırıyordu.
|
|
|
|
|
|
En beğenilen birinin ismi : Ave Maria No Morro” diye hatırlıyorum.
Buz Hokeyi takımı KEV’ la ve ekibin bir çoğunla artık arkadaş olmam neticesi KEV’ ya misafir üye oldum. Ancak orada tabiatıyla Buzhokeyi değil antreman babında Basketbol oynadım. KEV ekibiyle zaman zaman onların toplandıkları, Almanların “Bierstube” dedikleri lokalde beraber olma fırsatı doğuyordu.
Ayrıca Krefeld’ in diğer Buzhokey Takımı Preussen’ den başta kalecileri Heinz Wackers’ i ailece de tanıdığımdan bazı akşamlar da onların toplanma, sohbet etme lokalleri olan "Herbert Schibukat” ın Kneipe’ sine gidiyor, bol biralı veya kıyıdan köşeden sohbetlere yamanıyordum.
Biraz daha Spor…
CHTC "Crefelder Hokey und Tennis Club" Anıları…
CHTC; Krefeld’ in çok güzel bir orman içinde – Stadtwald - tanınmış bir Hokey ve Tenis klübüydü ve hala da öyle. Klübe zaman içinde edindiğim bazı alman aileler aracığıyla aktif üye oldum. Bu arada şunu da belirtmem gerekli ki; bütün bu sportif veya sosyal aktiviteleri, tek gün üniversiteyi aksatmadan, ya hafta sonları veya hafta arası akşamları sürdürebildim.
CHTC’ de Tenis’ e önem verdim.
Zaten İstanbul’ dayken Dağcılık Klübünde genç yaştan beri ders almış ve oyunumu epey ilerletmiştim. CHTC’ye üye olunca Türklük gururu ağır bastı ve tenisimi derslerle ciddiye aldım. Saha içi kıyafetimiz; 1930’ larda Almanya’ nın ve dünyanın sayılı tenisçilerinden sayılan “Gottfried von Cramm” ın tarzına uygundu.
Bazı zamanlar klüp harici Tenis Turnuvalarına da girdiğim oldu. Ancak “Niederrhein turnuvasında” çiftlerde Preussen Krefeld Buz Hokey takımının kalecisi Heinz Wackers’ le beraber oynamıştık. Sonuç; Türk ve Buz Hokeyi kalecisi olmak maalesef tam başarıya yetmedi !!!
Bu klüpte de bir çok aile ve arkadaş da edindim. Bazıları ile aradan 50-55 sene geçmesine rağmen, oraya gittiğimde gene görüşüyor ve anılarımızı tazeliyoruz. Spor’ da aktivitem hızla devam ediyor ve elime geçen fırsatları üşenmeden kaçırmamaya gayret sarfediyordum. Bir zaman “Preussen Krefeld” in Amatör 2’ inci takımının Blumental stadında haftada 2 defa antremanlara gidip kısa bir süre futbol’ a da burnumu soktum.
|
|
|
|
|
|
Avusturya' da Kayak Fırsatı...
Almanya’ daki Yüksek Tekstil Mühendis okulunu bitirdikten sonra pratik çalışmalarım için 1958 kışında 3 aylığına Avusturya’ nın Voralberg bölgesindeki Bludenz’ de Getzner Mutter & Companie Tekstil Fabrikasına gönderildim.
Boyahanede tam 12 saat – sabah 6 akşam 6’ ya- kadar nonstop çalışmama karşılık haftalık 48 saatim
dolduğundan Cuma sabahından Pazartesi sabahına
kadar serbesttim.
Bulunduğum bölgede birçok tanınmış ünlü kayak merkezleri vardı. Daha doğuştan mükemmel kayakçı olan fabrikadaki çalışma arkadaşlarım sayesinde bu boş günlerimizde beraberce değişik pistlere kayak yapmaya gidiyorduk.
Günü birlik kayak kaydığımız yerler arasında: Brand, St.Christoph, St.Anton, Zürs, Schruns, Valluga, Davos, St.Moritz vs. yi sayabilirim. Neyse ki; 1946 - 47’ li senelerde Uludağda Zirve yolunda başladığım kayak kaymayı burada herhangi bir tarafımı kırmadan geliştirdim.
Şarap’ la yakinen tanışma…
Genellikle Almanya’ da bir lokantada şef tavsiye ettiği şarabı – adedi usul vechile açıp, kendi bir yudum alıp ağzında sağa sola gezdirdiklen sonra hımmm diye onaylar sonra da şişede kalanı bir eli arkasında bardağınıza zarif tarzda bir yudumluk koyar ve siz de gözlerinizi kısıp, başınızı yukarı aşağı, ağzınızı da biraz sağa sola hareket ettirip, hafif gargara havası verip tattıktan ve tam hoşunuza gitmemiş bile olsa hafif bir baş eğilmesiyle okeyledikten sonra içmeye başlarsınız.
Şayet şarabı hakikaten beğenmişseniz, şişedeki etiketi çıkarıp vermesini rica edersiniz. Bu girişim sizin bu markayı unutmadan bir daha gelişinizde isteyeceğinizin belirtisidir. Ben de bir sefer bir lokantada aynı yukarıdaki gibi hareket edip çok beğendiğim bir şarabın etiketini aldım.
|
|
|
|
|
|
Sonra; Etiketten Bağın ve İmalatçının ismini öğrendim: Weingut Joh u. Jos Prüm Sonradan adresi: Bağın bölgesi: Mosel (Ren Nehrinin bir kolu)
Şarabın ismi: Wehlener Sonnenuhr / Bernkastel – Wehlen.
Hemen Prüm’ lere bir mektup yazıp, önümüzdeki ilkbaharda kendilerini ziyaret etmeği çok arzuladığımı bildirdim. Çok nazik cevap geldi ve Nisan ayının bir Cumartesi günü Prüm' lerin Mosel' in kıyısındaki köşkünde buluştuk. Özellikle Alman Şarap kültürü bakımı, bağ bozumu hakkında etraflıca bilgilendirdi.
Sonra evinin altındaki muazzam şarap mahsenini gezdirdi sonra da salonunda bir tepside 13 bardak içinde daha tam etiketlenmemiş, yanlızca numaralanmış beyaz şaraplarından ikram ederek tadım testlerini yaptık.
Özellikle beğendiğim “Wehlener Sonnenuhr” şarabı köşkünün karşısında, nehirin öbür tarafında güneşe bakan, gayet büyük bir “Güneş Saati” nin yerleştirilmiş olduğu yamaşta yetişmiş bağdan elde edilmiş.
Çok tanınmış Prüm ailesinin Mosel - Saar - Ruver bölgesine yerleşimi ve bağcılığa başlayışı 12' inci asırda kadar uzanıyor.
Burada gördüğüm Güneş Saati bana bir ilham vererek seneler sonra Tuzla’ da deniz kenarındaki platforma ve de evime benzerini,
tabiatıyla İstanbul’ un cografi Enlem ve Boylam’ larını hesaba katarak yerleştirdim.
Şaraptan söz açılmışken ilave edeyim:
Almanya’ da özellikle ilkbaharda herhangi bir vesileyle
dostlar arası toplanıldığında masaya büyük bir Bowl kasesi içine önceden soğutulmuş sek olmayan beyaz şarap ve muhtelif taze meyva dilimcikleri konularak ikram edilir. Diğer başka bir kutlama içkisi de “Kalte Ente” , isim her ne kadar “Soğuk Kaz” demekse de Bowl; Şampanya + Beyaz Şarap ve birkaç tutam bazı meyva ve nane yapraklarıyla hazırlanır.
|
|
|
|
|
|
Hoş Hakikatler…
“Bratkartoffel Verhaltnisse” “Patates İlişkileri”
Alman ailelerinin bir çoğunun harpte kaybettikleri eşleri sebebiyle geriye kalan çocuk veya çocuklarıyla ev giderlerine karşılık yan bir gelir temin etmek maksadıyla bir odayı genellikle dışarıdan gelen öğrencilere tam pansiyon olarak kiralıyorlardı.
Misafir öğrenci için de büyük destekti zira; devamlı darmadağın bıraktığı odasının ev hanımı veya kızı
tarafından gün be gün temizlenmesi, oraya buraya savrulmuş gömleklerin, pantalonların, ayakkabıların, çorapların, yatak yorganın vs. tertipli olarak düzene sokulması veya yıkanması, ütülenmesi, hastalandığında bakılmasıydı. Bu suretle memleketindeki yaşamında görmeğe alışmadığı düzene ve rahata kavuşuyordu.
Akşam olup yemek saati yaklaşınca hemen hemen her akşam Almanların en önemli sebzesi Patatesler kuşbaşı büyüklüğünde kesilir yağlı tavaya konur, içine az kıyılmış soğan ilâvesiyle pişirilir, kızartma kokusu çevreye sindiğinde de masaya oturuluyordu.
Yabancı misafir Öğrenci' de; bu yakın ilgi ve yardıma karşılık evde harbin bıraktığı acı hatıralar sonucu kısmen azalmış neşeyi, hoş sohbeti ve hafta sonu gezintilerini yaratmaya gayret gösterirdi. Bu ortamda evin (olmazsa olmaz) kızı almanca okuma, konuşma ve yazma zorluğu ile karşılaşan, kendine cazip görüntü veren kiracısına hakikaten büyük bir emek ve özveriyle sıkı fıkı bir sekreter desteği veriyor, bu suretle de oda sakininin hem daha çabuk Almancayı öğrenmesine hem de Üniversite tezini doğru dürüst ve hatasız hazırlamasına yardımcı oluyordu.
Karşılıklı anlayış ve yardımlaşma çok kere kişisel ilişkinin doğal yoldan ilerlemesine, gelişmesine yol açıyordu. Bu arada beklenmedik oluşumlardan dolayı panik ortamında amatör jinekologlar aranıyor, zorlukla bulunuyor ve problem bu seferlik hallediliyordu. Ancak güneyli alışkanlığı son bulmayınca Jinekologlar tekrar tekrar devamlı telefon ricaları karşısında gayri resmi müdahelelerini yüklü para karşılığı esirgemiyorlardı.
Sonun sonu: Düzenli bir günlük hayata girmiş, tahsilini başarıyla bitirmiş öğrencimiz kolunda eşi ve de jinekologların – artık problem yok – garantilerine karşılık yanlarında bir, iki hatta üç minikle beraber uzun yıllar hasret kaldığı memleketine dönüş hazırlığı başlıyordu.
İşte Almanya’ da bilinen “Brat Kartoffel Verhaltnisse“ yani Kızarmış Patates İlişkilerinin” mutlu sonuçları !!
Günlük Yaşantıda Önemli bazı Notlar...
Trafik Disiplini….
Almanlar son derece disiplinli bir hayat yaşarlar. Bu disiplin günlük hayatta yapılacaklar ve yapılamayacakları belirten sosyal kuralların halka yöneticiler tarafından son derece basite icra edilerek açıklanmasında ve anlatılmasındadır. Mesela bu kadar sene sonra şu anılarımı yazdığım 2005 senesinden bahsediyorum trafik kurallalarına zaten azami dikkat eden sürücülere hala televizyonlarda veya radyolarda veya trafik polis merkezlerinden dağıtılan broşürlerle kural bilgileri aşılanmaktadır.
|
|
|
|
|
|
Şayet akşam üstü, hava hafif kararmaya başladığında, siz farlarınızı daha yakmamış yandınız. Sakın şaşırmayın bir başka sivil otomobil dikkatle yolunuzu kesip, sizin farlarınızı yakmadığınızı ikaz eder. Gene herhangi bir yerde veya trafik işaretlerinin bulunduğu alanda, kurallara aykırı bir hareket yapmışsanız, sizin o hatanızı görmüş ve plakanızı çabucak not edip polise bildirilmişsinizdir. Yakın zamanda size pek itiraz edemeyeceğiniz belgelenmiş bir tebligat gelecektir.
Klakson veya trafik lambalarının altında !! bülbül gibi durmadan şakıyan Polis düdüğü bu diyarda, diğer medeni memleketlerde olduğu gibi yok olmuştur.
Şayet duyduğunuzda, bu sesler her hangi bir valiye veya vekile yol açmak için değil, yanlızca bir kazaya giden Polis aracının sirenidir..
Saat Gece yarısını gösterince…..
Gecenin saat 12’ si çok mühimdir. Yeni oteller dışında, apartmanlarda – ki ekserisi eski yapı – duvarları da izolasyonlu olmadıklarından çevreye gürültü ve takırtı geçirebilirler. Çamaşır makinesi çalıştırmanız veya su basıncının çok yüksek olmasından dolayı, gece yarısı ve sonrası tuvalet küvetinin sifon suyunu çekmeniz çıkaracağı ses sebebiyle komşulardan gayet ciddi şikayetlere ve ihtarlara muhatap olabilirsiniz.
Lokanta’ larda Hesaplaşma…..
Lokanta emsali yerlerde, şayet bir grup olarak on onbeş kişi de olabilir bistroya veya restorana vs. gitmişseniz, ayrılırken önceden ısmarlanan yemeğin getirilmesi biraz geciktiğinde garsonla münakaşaya girenler, yemek sonunda hesabı isterken tüm lokal hınca hınç dolu olsa dahi ödenecek tutarı masadaki teker teker kişi sayısına böldürüp, çevreye kaybettirilen, sabır taşırtan zamanı pek umursamazlar. Ancak Almanya' da herkez bu duruma alışmış olduğundan şikayet eden pek çıkmaz. Ödemeler genellikle evin de hesabını son derece dikkatli tutan hanımlar tarafından yapılır.
Yumurta olmazsa olmaz…..
Yumurta alman kahvaltısının baştacıdır. Yumurtalı hayat onları çok memnun ederken, ev’ leri dışında, otel vs. emsal yerlerde çoğu zaman aynı yumurta sinirlenmelerine, kızmalarına sebep olabilir. Çünkü Almanlar kesinlikle “3 Minuten Ei” yani 3 dakikalık Yumurta isterler. Bu da şu demektir. Kaynayan suya atılan yumurta tam 3 dakika = 180 saniye sonra sudan çıkarılmalıdır. Bu suretle önlerine olgun kayısı yumuşaklığında bir yumurta getirilmelidir. Aksi halde masanın tadı kaçabilir.
|
|
|
|
|
|
Telefonda konuşmayı kısa kesin…..
Almanlar telefonlarda az ve öz konuşurlar. “Eeee daha daha ne var ? Orada havalar nasıl ? “ gibi sorgu suale pek muhatap olunulmaz zira havanın genelde yağmurlu ve güneşsiz olacağı zaten bellidir. Konuşulacak mevzuya direk girilir ve kısa zamanda, hatta masrafı kısmak için de “Aufwiederhören” kelimesinin telaffuzu uzun olduğundan (3 saniye…) !!! kısa kesip “Schüss” (1 saniye) ile konuşma bitirilir.
Oteller ve Çarşaflar…..
İster Almanya’ da veya İsviçre’ de ister 5 yıldızlı, ister bir yıldızlı 2 yıldızlı otellerde kalın, salonlar, barlar vs. hususundaki farklar dışında istisnasız hepsinin yatak çarşafları ve yastık yüzleri bembeyaz, kaygan kolalanmış olarak serilmiştir.
Yatak örtüsü olarak ta yorgan yerine kuştüyü pof pof örtüler kullanılır. Alman evlerinde yatak odaları geceleri sıhhatlidir tezine dayanarak genelde en yüksek 16-18 derece civarında tutulur. Bu sebepten de Kuştüyü örtüler sizi bu oda soğukluğundan mükemmel korur. Ancak dikkat; sakın ha ayağınızı kazaen yataktan dışarı çıkarmayın. Sımsıcak rüyanızdan uyanırsınız !!
Sıhhatli Yemek yeme Prensipleri…..
Gene burada herkezin kendi evinde değer verdiği ve her vesileyle ortaya koydukları ve inandıkları !!! bir sıhhat felsefesi vardır: “Kahvaltıyı Kıral gibi, öğle yemeğini Halktan biri gibi, akşam yemeğini Fakir gibi” ye derler. Bir diğeri de “Friss die Hâlfte” yani “Yarısını Ye” sözüdür.
Yalnız bu sözler ailelerin genellikle kendi dört duvarları içinde geçerlilik kazanır.
Dışarı çıkıldığında bu prensipten vazgeçildiği görülür. !!
|
|
|
|
|
|
Memleket yemeği hasreti...
Almanya’ da bulunduğum yıllarda çevremde tek bir Türk lokantası yoktu. Her ne kadar Alman yemeklerini sevmişsem de, İstanbul’ da evimizde pişirilen mesela domates çöplü pilavı, yaprak dolmasını, fasulya pilakisini, bahçemizin taze soğanını, eriğini, Hacı Bekir’ in lokumunu hayal eder olmuştum. Seyrekte te olsa ailem Almanya’ ya uçakla geldiklerinde bana kutular içinde kimisi daha halen ılık yemekleri getirirler, bende o günkü, çok cazip bile olsa programlarımdan vazgeçer, yemekleri çilingir sofrası misali masa üzerine dağıtır ve hasretle yerdim.
Çevre bilincinin gelişmesi:
Yıl 1953 başı. Almanya’ ya geleli 3 ay olmuş. Hafta sonları bir oto kiralayıp çevreyi keşfetmeye başladım. Çıkış yerim ya Krefeld veya Bayer Fabrikalarının merkezi olan Leverkusen’ di. Buraları meşhur Almanya’ nın sanayi merkezi Ruhr Bölgesiydi. Ara sıra Düisburg veya Essen yönüne yol alırken havanın sanki bir tayfun yaklaşırcasına karardığını ve nefes almayı ağır kokudan dolayı zorlayıcı kükürt vs. kokusu sarıyordu. Gene trenle ister Düsseldorf’ tan ister Köln’ den Leverkusen’ e yaklaştığınızda, daha uzaktan muazzam 10’ ye yakın yüksek bacalardan kesif duman çıktığı görülüyordu. Leverkusen Tren istasyonunda indiğinizde, katiyyetle burnumuzu tutmak gerekiyordu.
Hafta sonları Krefeld’ de yakın Ren nehrinin kıyısındaki bir Cafe’ de oturup kirli, bulanık akan suyu seyrederek kahvemizi içiyorduk. O zamanlar daha çevre bilinci halka aşılanmadığından, halktan tepkiler de gelmiyordu. Ancak 50’ lerin ortasında Sivil Toplum Kuruluşlarından gayet kuvvetli tepkiler, protestolar gelmeye başlamıştı. Çevre kontrolü çok ciddi takip edilmeye başlamıştı. Bu takip o derece ciddileşti ki; taa İsviçre, Assmannhausen’ den doğup Hollandanın Amsterdam yakınlarında denize erişen Ren Nehrine gizlice salıverilen kimyevi zehirli atıklarla mücadele memleket sınırlarında da sürdürülüyordu.
Mesela Ren Nehrine kıyısı olan İsviçre, Fransa, Almanya, Hollanda’ nın hududundan geçen su akımı ayrı ayrı tahlile tabi tutuldu ve böylece hangi memleketin, hangi fabrikanın vs. ortamı kirlettiği sıkı kontrol altına alındı ve gizlice geceleri nehire kirli kimyevi sulu atıklarını boşaltanlar tesbit edildi ve aleni olarak cezalandırıldılar.
1960’ ların başında artık Ren Nehirinde balıkların tekrar yaşama kavuştuğu görülüyordu. Gene Essen veya Duisburg’ a gidiş’ te sanayi sisi ortadan kalkmış, fabrika bacalarından çıkan kimyasal dumanlar özel filtreler sayesinde su buharına döndürülmüştü. Bugün inşa edilmiş Atık Su Arıtma tesisleri sayesinde de yukarıda bahsi geçen yerlere gittiğinizde, tertremiz, pırıl pırıl bir atmosfer ve nehir suyuyla karşılaşıyorsunuz. Mesela Leverkusen’ daki tren istasyonundan – şayet nezle değilseniz – burnunuzdan tertemiz hava soluyup iniyorsunuz. Diğer sanayi kuruluşları gibi Alman Kimya Sanayii de bu problemleri inanç ve ısrarla aşıp Çevre Barışını sağlamış olarak yaşamını sürdürüyor.
Darısı başımıza !!!
İşte 1952 – 1960 yılları süresinde samimi ve sade Gözlem ve Anılarım.
Sonuç olarak: Genel görüşüm şu; Almanya; kişinin yaşamına her yönüyle sorumluluk, disiplin ve ciddiyet aşılıyor.
|
|
|
|
|
|
|