|
Dostlar arasında seyahat sohbetleri yaparken muhtelif memleketlerden söz açıldığında bir çoğumuz ya ballandıra ballandıra o ülkelerin müzelerinden, tiyatrolarından, kültür etkinliklerinden, insanlarından, yemeklerinden vs. övgüyle bahseder veya – gereksiz dışa kapalı, çevreyi gezmekten çekinen, korkan, negatif bir tutumumuz neticesi – bilinsin bilinmesin, gidilmiş olunsun veya olunmasın, mevzubahis ülkeye karşı fikren bir hayli itici oluruz..
Bu ülkelerin başında da kanımca Japonya geliyor.
Çünkü bizler Japonları ve özellikle erkeklerini, memleketlerinin dışında genellikle Otel asansörlerine giriş çıkışlarda, hanım, yaşlı vs. tanımayan kaba tutumları, Sushi sonrası çevreyi umursamadan geğirmelerini, turistik gezilerde lokal görüntüyü veya renkli folklor topluluğunun resmini çekeceğiniz anda tam önüne, tarihi bir heykelin tam yanıbaşına mehtabın ondördü gibi aniden giren kişiler olarak veya Japon hanımlarını; yer ve mekân neresi ve hangi memleket olursa olsun dünyaca ünlü Max Mara, Dkny, Giorgio Armani, Ralph Lauren, Versace vs. gibi Moda mağazaların önünde kuyrukta saatlerce bekleyen kişiler olarak tanıyoruz.
Bu peşin fikirden kendimi soyutlamak ve Japonya’ yı içinden tanımak için 1995 yılının meşhur Kiraz çiçeklerinin açtığı Nisan ayında Japonya’ ya gitmiştim.
Her gezide olduğu gibi, ilk önce "Organize turistik şehir turu" alıp çevreyi dolayısıyla o şehirin müzelerini, san’ atını, müziğini, kutsal yerlerini, yollarını görüyor ve genel bilgi ediniyorum. Bu suretle de diğer günler serbestçe halkın arasına karışarak yaşantılarını paylaşmak çok daha keyifli oluyor.
Dolayısıyla anılarımda sizlere Japonya’ nın tarihinden, müzelerinden, ekonomisinden uzun uzun bahsetmek istemiyorum. Bu bilgileri gayet etraflı olarak herhangi bir Seyahat Dergisinden veya İnternet’ teki Web Sitelerinden bulabilirsiniz.
|
|
|
|
|
|
Sizleri yormadan takriben bir saat süreyle Japonya’ da bir geziye davet ediyorum.
Güzel Yolculuklar...
Osaka’ ya THY ile direk olarak, kiraz ağaçlarının çiçek açtığı 1995 yılının Nisan ayında uçtum.
Osaka " Kansai Enternasyonal Hava Meydanı " inşaatına 1990 yılında başlanıp, Japonyanın ekonomik yönden en zengin devri olan 1994 yılında da tamamlanmış ve uçaklara açılmış. Dünyaca meşhur Mimar Renzo Piano' nun yarattığı, bu eser denizin ortasına inşa edilmiş ve 4 kilometre uzunluğunda bir köprü ile karaya bağlanmış metallerin konuşturulduğu ultramodern bir hava alanı. Edindiğim bilgilere göre 70 adet Mısır' daki Piramidinin hacmindeki dağlar kaldırılıp deniz doldurulmuş ve 5 kilometrekarelik bir alan kazanılmış.
Yapılan ön hesaplamalara göre bu sun’ i alanın 50 yıl sonra 12 metre seviye kaybedeceği belirtilmiş. Ancak açılışından 7 yıl sonra bu negatif gelişme hızlanmış ve bazı yerlerde çatlaklar ortaya çıkmış, yolcu salonlarındaki merdivenlere alttan destekler konulması gerekmiş.
Neyse daha başlangıçta bu karamsar tablonun detaylarını bir kenara bırakıp "Osaka" anılarıma gelelim.
Daha Havaalanında birkaç defalık yön şaşırmasından sonra, Shuttel-Bus ile Osaka’ nın merkezine geldim. Oradan da doğruca Terminal’ e yakın "Umeda" bölgesindeki "Osaka Hilton" oteline yerleştim.
İstanbul’ da seneler önce çalıştığım enternasyonal bir firmanın referansı ile otelden bir hayli indirimli özel bir fiat verdiler, dolayısıyla önümdeki birkaç günlük Osaka serüvenim için rahat bir yatağı temin etmiş oldum. Aynı mutlu çözüm Tokyo’ da " Takanawa Keikyu " otelinde de uygulandı
|
|
|
|
|
|
Akşam üstü vardığım Osaka’ nın Turistik Şehir gezisini ertesi gün için plânlayıp zaman kaybetmeden, bavulu hemen odaya bıraktım ve Umeda’ da ilk “ Sushi “ avcılığına başladım. Otelin yakınında herhangi bir yerde Sushi olup olmadığını elimdeki – İnstant Japanese – el kitabının yardımıyla da öğrenip yönümü belirledim.Tarif edilen sokağın her iki tarafında önleri yukarıdan aşağıya branda ile yarı örtülü – güneşlik misali - ayak üstü bistro tipinde minik Fast Food tipi yerler vardı. Yan taraftan içeri süzüldüğümde geniş, yuvarlak bir bar ve çepeçevre akşamcılar doldurmuştu. Barın üstünde devamlı dönen bir konveyör ve üzerinde yanyana dizilmiş çeşit çeşit tadımlık Sashimi’ ler, Sushi’ ler vs....Ayrıca muayyen aralıklarla bar kenarında bardaklara yeşil Çay veya Sake konulabilen şık musluklar...
Ortam tıpkı Beyoğlu Nevizade atmosferi gibi, işten çıkanların kafa çekmek için toplandıkları bir meyhane tarzı yer. Yüksek sesli konuşmalar, gülmeler vs. sanki bir yer bombalanıyor... Barın çevresindeki boş bir yere, Barmen’ e Japon usulüne uygun eğilip selâm verdikten sonra iliştim. Hemen etrafıma şöyle bir göz atıp, Sushi ve başka mezelerin' lerin nasıl alınıp yendiğine göz attım ve ben de devreye girdim.
Daha İstanbul’ dayken Japon yemek yeme adetini resimli olarak ta anlatan bir kitap almış ve masa adabı hakkında şunları öğrenmiştim:
Yemek çubukları – Chop-Stick’ leri – yemek tabağının veya pirinç kâsesinin içine dikey olarak kat’ iyyen batırılmazmış. Zira bu durumda Budist inançlarına göre bir ölüye yemek verilecek anlamı çıkıyormuş. Gene ayrıca elinizdeki çubuklarla kat’ iyyetle yanınızda oturana yemek ikram edilmiyor, çünkü gene ayrı bir Budist Cenaze kurallarında bu tarz hareket yakılmış bir ölünün küllerinden arta kalmış kemikleri ölünün ailesinin yemek tabağına koyuyor dolayısıyla ikram ediyorsunuz anlamına geliyormuş.
Kısaca; siz siz olun Japonya’ da yemek masasında elinizdekileri dik tutmayın ve orkestra şefi gibi çubuklarınızı sağa sola sallamayın.
Gene kat’ iyyetle Chop-Stick’ leri başkasına işaret eder tarzda kullanmayın. Japonlar genelde soya sosunu pirinçli tabağın üzerine dökmezler. Soya ayrı ufak bir kâsede bulunur. Yeşil çaya "Canoyu" şeker ve süt konmazmış. Bu dersleri önceden iyice çalıştığımdan, tahminimce hiç pot kırmadan bar’ da önümden süzüle süzüle geçen minik tabaklardan gözüme kestirdiklerimi tek tek alıp afiyetle yedim.
|
|
|
|
|
|
Başka bir masa davranışında da şu kural geçerliydi:
Şayet bir yemek ortamında yanınızda sizden daha kıdemli bir kişi bulunuyorsa ve de o kişi de sizin bardağınıza herhangi bir içkiyi bizzat doldurup ikram ediyorsa - Japon masa adabına göre içki ikram edilen şahıs, bardağı bir dikişte içmesi gerekiyor.
Gördüğüm bu tip Snack Bar’ larda önünüzden geçen yemek tabaklarından istedikleriniz teker teker alınıyor, biri bitince ikincisi boş olanın üzerine konuluyor. Böylece kısa zamanda önünüzde Babil kulesi gibi bir tabak yığını oluşuyor. Hesap yaparken de alınan yemeğe göre işaretlenmiş boş tabakları saymak çok daha kolay oluyor.
Yemeğim bittiğinde, elimde oteldeyken yazdığım ufak bir not vardı. O’ nu burada kullanma zamanı artık gelmişti: Barmen’ e heceleye heceleye ; "To-te-mo o-i-shi-i de-su" ( çok lezizdi anlamında..) ve son olarak ta "O-kan-jo o shi-te ku-da-sa-i" ( lütfen hesap ) dedim, cevabımı aldım ve rahatladım. Başka bir problemde kaç para vereceğimdi. Şef Uzakdoğu' ya has cetvelini (Abacus) aldı, halkaları yukarı aşağı iterek ödeyeceğim tutarı belirledi. Bende çantamdaki bir alay " Yen " bozuk paralarını avucumun içine döküp uzatınca, o da tavuğun yem yemesi gibi tık tık edip gereken tutarı tahsil etti. Japonyada genelde bahşiş alınmıyor. Verdiğiniz takdirde, gururları kırılmış bir bakışla karşılaşabilirsiniz.
Hoş gülüşmeler ve selâmlama babında ve malum öne eğilmeler ortamında gayet renkli ve neşeli Sushi-Bar’ dan ayrıldım. Gece yatarken de bar’ da yediklerimi resimli bir yemek lügatinden gördüğümde bunların: amaebi, awabi, ebi, ika maguro, hamachi vs. olduklarını öğrendim.
Vakit akşam olmuş ve kararmıştı. Çevredeki caddeler büyüleyici bir reklâm ışıkları cenneti olmuştu.
Rastgele gezinip, saptığım trafiğe kapalı bir yolda ilerlerken, uzaktan gayet kuvvetli bir şakırtı sesi gelmeye başladı. O tarafa doğru yöneldikçe, şakırdıtılar ve de Japon Pop müziği gürültüsü kulağımı iyice zorlar bir hale gelmişti. Yer göründü; burası yanyana oturan belki yüzlerce genç, yaşlı kumar seven insanların doldurduğu “ Pachinko “ oyun salonları bölgesiydi.
Oyunun prensibi şöyleymiş : Muayyen bir para karşılığı kasadan verilen bir kartmatiği makineye sokuyorsunuz. Kucağınıza koyduğunuz plâstik bir kaba aniden yüzlerce çelik misket boşalıyor. Bir çoklarının ayak uçlarında yedek misket dolu daha birkaç kap bulunuyordu. Sonra bu misketleri teker teker makineye koyup, misket aşağı doğru inerken çarptığı engellerin değerine göre paun kazandırıyor.
Hatırladığım kadarıyla bu tip makineler İstanbul’ a Missouri Uçak gemisinin gelmesiyle görülmüştü.
Neyse dönelim “ Pachinko’ ya :Misketlerle oynama bitipte kazanılan puanlar ortaya çıkınca – Japonya’ da o zamanlar kumardan para kazanmak yasak olduğundan – edinilen puan karşılığında - elinize ya deri bir çanta veya kol saati vs. veriliyordu.
|
|
|
|
|
|
Osaka’ ya vardığımın ertesi günü sabah yarım günlük bir şehir turu alıp, turistik yerlerini kabaca gezmiş ve öğrenmiş oldum. Öğleyin de; İstanbul’ daki firmamızda beraber çalıştığımız ve de birkaç yıldan beri Osaka’ daki firmada yönetici olan alman arkadaşımı bürosunda ziyaret ederek ekibini, ayrıca Japon ve Alman ortak büro düzeni ve çalışma disiplinini, rekabet, mal alış satış, müşteri servisleri vs.hakkında yakinen genel bilgi edinme fırsatım oldu.
Ziyaret sonunda ben gene kendi başıma yola düşüp etrafı yeniden ve esaslı olarak keşfe başladım.
İlk önce metro ile Osaka "Tempozan" Liman bölgesine gittim. "Osaka Aquarium" da Pasifikte yaşayan neredeyse tüm balık çeşitlerini – balinalar hariç – görmek mümkündü. Oradan da bir liman turu alıp, çevreyi ve mimariyi şaşkınlık ve hayranlıkla izledim. Limanda duran Askeri "Santa Maria" okul gemisini de gezip, gemideki bir iki asker ile Pearl Harbour ile ilgili çarpuk Japonca ve de yarı ingilizce kelimeler düzenleyerek kısa sohbetin ilk adımını attım. Ziyaret hatırası olarak ta Okul gemisinin armalı bir subay kasketini aldım.
Gezip gördüğüm başka yerler arasında özellikle "The Floating Garden Observatory", "Twin Tower" da bulunan "Panasonic Square" burada sanki 3000 yılının teknolojik sergileniyordu. Ayrıca çok geniş bir alanda çocuklara teknolojik olarak eğiten oyun yerleri ve aletler ağırlıktaydı. Ben oradayken çocuklara bir bilgisayarın ve bir de video kameranın nasıl çalıştığını öğretmek için, çocukları sanal olarak dev aletlerin içinde gezdiriyorlardı..
Panasonic Center’ in üst katını gezerken " Chromakey Studio " su dikkatimi çekti. Birçok kamera vs. ile dolu bir alanda, isteyen ziyaretçileri listeden seçtikleri herhangi bir filmde baş artist olarak oynatıyorlardı.
İstanbul’ da Yeşil Çam’ da şansımı hiç denememiştim. Ama burada fırsat elime geçmişti. Baş artist olarak, büyük boy hayvanları da çok sevdiğimden "Jurassic Parc" filmininin benzeri " Dinasaur Adventure " de oynamaya talip oldum.
Rol yapacağım ortam çevresi bomboş bir stüdyoydu. Rejisörün verdiği talimata uyup, bomboş alanda inip kalkıp, atlayıp, sıçrayıp, sağa sola en modern silâhlarla ateş eder vaziyette 15 dakikalık filmimi bitirdim. Sonradan filmi bir Gala atmosferinde seyrettiğimde binbir bilgisayar tekniği ile sanal yağmur ormanları içinde Dinazorlar ve korkunç dev kuşlar aleminin içine beni yapayanlız bıraktıklarını gördüm.
|
|
|
|
|
|
Ayrı bir teknik yapıt ta "Portrait Robot" stüdyosundaki Morfing idi. Bu teknoloji ile bilgisayar yardımıyla yüzünüzü değiştirip başka bir tip; ister insan isterseniz hayvan, kuş vs. yarattırabiliyorsunuz. Ben bu yüz değişimi girişimimi Saddam Hüseyin’ den çok önce 1995 yılında başardım. Bana neye benzememi istediğimi sorduklarında, Budizm dinine de saygımdan dolayı "Budda" deyiverdim. İşte yanda Japonya Anılarını yazan kişinin "Budist" görüntüsü!!!. (Beni yeni Budda olarak görünce duasını bir yana bırakıp bir hayli şaşıran Japon kız)
Geri kalan zamanımda Osaka’ yı etraflıca ve yayan olarak saatlerce gezdim.
Osaka’ daki 4’ üncü günün sabahı meşhur "Shinkansen Express Line" saatte 300 – 320 km hızla giden bir first Class uçak konforunda, tuvaletlerine kadar son derecede modern, neredeyse utopik trenle Tokyo’ ya hareket ettim. Osaka peronunda treni beklerken, ufacık dükkândan basit bir sandviç istediğimde, tamamen kapalı kutuda , içinde ılık bembeyaz havlusu olan bir paket verildi.
Osaka – Tokyo hızlı treni “Shinkansen“ takriben 3 saat süren yolculukta, meşhur 3376 m yüksekliğinde tepesi karla örtülmüş Fuji-san Dağının uzağından geçmesine rağmen, görüntü enfesti.
Bu hızlı trenin tuvalet konforu ile ilgili bir bilgi nakledeyim:
İstanbul’ daki 2003’ te son Banyo Ürünleri Fuarında da belki görmüşşünüzdür: Bu fuarda gayet modern, tam otomatik Tuvalet küvetleri sergilendi. "Shinkansen" treninde ise bu son tuvalet küveti teknolojisi 1992’ den beri yolcuların kullanımına açılmış. WC’ ye girip, oturulan küvette herşey o derece otomatik ki bulunduğunuz pozisyon, uygulayacağınız talimata göre – oturmaktan kalkıncaya kadar – işlemler saat gibi çalışıyor. Meselâ Osaka – Tokyo yolunun ortalarında siz tesadüfen WC’ de iseniz, bütün gereken işlemi otomatik küvet mekanizmasına bırakıp, "Fuji-san" dağını ve tepesini, aklınızı başka bir işe takmadan büyük bir keyifle seyredebilirsiniz. Bu küvet sizi - Türk hamamındaki tellâklar gibi - mükemmelen temizler.
İnşallah günün birinde bu sistemi sallantısız giden İstanbul–Ankara Anadolu Ekspresinde de görür dolayısıyla WC' deki aşağı boşluktan ray aralarındaki taşları seyretmeyi bırakırız...
|
|
|
|
|
|
Tokyo’ ya öğleyin vardım. Kaldığım otelden hemen öğleden sonrası için "Şehir Turu" na girip arı kovanı benzeri Tokyo' dan aşağıda daha ayrıntılı anlatacağım ilk izlenimlerimi edindim. Bu arada Japon hanım kız rehberimiz o derece bilgili ve sempatikti ki, tur sonrası terminalin yakınındaki ufak bir mini italyan bistrosunda beraberce oturup hem Osaka gözlemlerimden bahsettim hem de
O' ndan Japonların çok değişik yaşantıları ve de sosyal hayatta uyguladıkları davranış kuralları hakkında son derece eğlenceli bilgiler aldım:
Meselâ kişileri doğru selâmlamak için; tam 90 derecelik bir açıya erişmek gerektiğinden öne doğru iyice eğilmeniz gerekmektedir. Aynı kural karşınızdaki için de geçerli. Ancak önceden evde veya otelde siz siz olun bu seremoniyi karşılıklı eşiniz, yardımcınız vs. ile deneyin. Aksi halde karşınızdaki kişiye olan yaklaşım mesafeniz bir adım boyundan daha az ise kafa kafaya çarpışma riski taşırsınız. Bu da orada hoş karşılanmaz. Ayrıca Japon hareket sertliğinde, olan sizin başınıza olur.
Japonya’ da biriyle tanıştırılırken hitab tarzı soyadı iledir. Ayrıca bu ismin sonuna Japonlar "san" hecesini eklerler. Neticede uygun olmayan bir anlam çıkarsa sakın ola alınmayın.
Kartvizit teatisi de çok önemlidir. Karşınızda bulunan kişiye kartvizitinizi vermek istediğinizde, malum öne eğilip selâmlaşmayla beraber kartınızı iki elinizle tutarak uzatırsınız. Karşınızdaki muhatabınızın da kartını ayni şekilde boşalan iki ellinizle aldığınızda, alıp kat’ iyyen hemen ceket veya gömlek göğüs cebinize koymayın, önce çok dikkatli okuyup veya heceleyip, o kişiye olan ilginizi açıkca belli edin.
Ayrıca; Japonya’ da birine kartvizit verilirken - bizde meselâ Karaköy Perşembe pazarında isim ve yeri hatırlamak için alınan firma kartlarında olduğu gibi -seremoni anında kat’ iyyen kartın arka tarafını tükenmez kalemle X şeklindeki işaretle geçersiz kılmayın. Japonlara da arka tarafta not almak için bir yer bırakın.
Oturulan mekânlara girilirken ayakkabılar yanyana düzgün olarak gösterilen bir kenara bırakılıyor. Ancak ayakkabınızı çıkarmadan, ayaklarınızdan koku dumanı çıkmayacağından peşinen emin olun. Çarpuk çurpuk veya ters yüz veya yan yatmış şekilde bırakılan ayakkabıları onlar da, anneannelerimizin inançları gibi iyiye yormazlar.
Ayrıca gireceğiniz her bir mekânda size verilen terlikleri (Surippaa' ların sağ ve sol’ ları şekil olarak birbirine benzediğinden) gereksiz telâşa kapılmadan rastgele giyiniz. Japonlarda Sağ’ ın Sol' un karıştırılması uğursuz sayılmaz. Ancak Japon ayakları genelde küçük olduğundan, size verilen terliklerden ayak topuklarınız sarkabilecektir...
Bu durumda ya koşmadan yürüyün yahut, deliksiz çorabınızın varlığından eminseniz, terliği bırakıp çorapla içeri girin.
|
|
|
|
|
|
Başka bir hususta kapıda girerken bıraktığınız ayakkabıların burunlarının çıkış istikametine yöneltilmeleridir. Bu adeti bazı yabancılar yanlış tefsirle; kişilerin ani bir deprem durumunda telaştan yalın ayak dışarı fırlamama düşüncelerine yoruyorlar.
Ayrıca kapalı bir ev tarzı mekâna girmeden üzerinizdeki pardesü veya emsali giyimler de çıkarılır. Oturma salonları Pirinç samanı saplarından yapılmış "Tatami" ile örtülüdür.
Gene öğrendiğim ilginç bir husus ta ; ortalık yerlerde burun temizlemek için mendil kullanılması çok ayıpmış. Şayet sokaktayken burnunuzda bir tıkanma veya nezlemsi bir hal olmuşsa, - affedersiniz mendile sümkürme yerine - gayet kuvvetli ve de sesli olarak - burun çekme ile sıhhatinize ne derece özen gösterip hakim olduğunuzu sizin yakınınızdan geçen kişilere duyurup, bu tutumunuzla da takdir topluyormuşsunuz.
Japon adetlerinin bir bölümünü böylece sıraladıktan sonra, artık Tokyo anılarıma geçelim:
Tokyo’ da da Osaka’ da olduğu gibi ilk gün "Organize bir Şehir Turu" ile müzeleri, meydanları, büyük mimari yapıtları, Pazar yerlerini, mabetleri vs. yerleri gezdim gördüm. Ayrıca "Yamanote- Line" treniyle de inip binip Tokyo’ nın ilginç bölgelerine gitme fırsatı buldum .
Tokyo yabancıyı şaşırtan bir şehir. Ufacık bir alanda takriben 12 milyon kişi yaşıyor.
Japon’ lar cüsse bakımından şayet İsveçlilere benzeselerdi, muhakkak ki Japonya adalarına sığamazlardı. Neticede kendilerine ebad olarak uygun bir bölge seçmişler görünüyor.
Hemen hemen tekmil Tokyo’ nun altında – Osaka’ da olduğu gibi sonsuz uzunlukta yer altı çarşıları ve gene karınca yuvasına benzeyen, kaybolmamanın imkânsız olduğu bir alay girişli çıkışlı "Shinjuku Tren İstasyonu" ve metrolar, metrolar..
Tokyo limanından, bizdeki Haliç gibi içeri giren "Sumida Nehri" ve üzerindeki inşa edilmiş tam (1995 itibarıyla ) 11 köprü.
Bir tarafta Paris’ teki Eifel kulesinin 333 metre yüksekliğindeki benzeri , Mükemmel bir mimariye haiz yüksek binalar, dapdaracık sokak araları ve miniminnacık bahçelerden oluşan, ancak o minik bahçelerde – darlıktan dolayı - mecburi olarak minik yetiştirilmiş 40 – 50 yıllık son derece bakımlı Bonsai ağaçları, 1700 balıkçı dükkânlarının bulunduğu "Balık ve Sebze Pazarı" , muazzam 10 katlı binalar cephelerinde rengârenk ışıldayan reklâmlar, akşam geç vakit bürolarından simsiyah takım elbise, bembeyaz gömlek ve kıravatla, ellerinde çanta ile işten çıkıp ve sohbet için cafe’ lere yönelen gençler.
|
|
|
|
|
|
Devamlı hareketlilik tempomda metro ile "Akihabana" ya Elektronik eşya merkezine gittim. Her türlü elektroniklerin en son sofistike modelleri sergilenmişti. Ancak buradan bir şey almak pek cazip gelmedi, zira çok pahalıydı.
Bu tarz eşya almak isteyenlere tavsiye: gidin Singapur’ dan veya Hong Kong’ dan tatlı tatlı pazarlık ederek istediğiniz malı çok daha ucuza alın.
Ancak Kamera alırken dikkat, ucuz ve markası tanınmayan objektiflerden kaçının, zira bunlarla resim çekildiğinde, resmin kenarlarına doğru netlik kaybolabiliyor. Ön kontrol şart.
Benim Japonya’ da bulunduğum zamanda özellikle tren ve metro istasyonlarındaki tablolarda yanlızca Japonca yazı şekli olduğundan, yön vs. bulmakta son derece zorluk çekiyordum. Bu tabii 1995’ teki gözlemimdi.
Onun için daha oteldeyken elinizdeki harita vs. ile iyi çalışmanız şart. Yoksa Japonya gezinizi büyük bir zamanının otelin barı veya lobbysinde geçirir, sonra da ne eğlendim, neler gördüm diyerek memleketteki eşe dosta Japonya’ yı anlatırsınız.
Evet...Tokyo' ya devam...
Bir başka akşam üstü gidilecek yer gene metro ile "Asakusa" idi. Girişte başlıca ziyaret edilen "Asakusa Kannon Tapınağı" heybetiyle karşınızdaydı.
Girişin tam ortasında , boyu dört metre olan Japon kâğıdından yapılmış bir fener bulunuyor.
Çevresinde ise ucuz ama enfes ufak tefek Sushi – İmbisleri ve hediyelik eşya butikleri. "Asakusa" Tapınak çevresini bitirdikten sonra oradan Tokyo’ nun New York’ taki 5 th Avenue misali meşhur “Ginza“ bölgesine gittim. Burası baştan aşağı şık dünyaca isim yapmış mağazaların ve zenginlerin alış - veriş yaptıkları cadde. İdi. Caddenin kenarları çiçekler ve çevresi korunmuş ağaçlarla süslü. Ayrıca birçok şık Mall’ lar da vardı.
Burayı da gezdikten sonra sıra akşamki programa gelmişti.
İlk önce – artık buralara kadar gelmişken görmemek olamazdı. Doğruca "Matsubaya Geisha House" a gittim. Burası eski ananeleri canlandıran bir gösteri salonu. Büyük enfes döşenmiş ve dekore edilmiş salon ve tekmil sahne önüne kadar yere serili "Tatami" halıları.
|
|
|
|
|
|
Seyircilere ayrılmış bu yere, yuklarıda belirttiğim gibi ayakkabıları çıkarıp ve Japon usulü dizleri bükerek oturduk...
Daha gösteri başlamadan ben bir ara birbuçuk saat sürecek performastan sonra bükük dizlerimi nasıl doğrultacağım diye düşünmeye başlamıştım. Ancak herkezi bu pozisyonda görünce ben de moral buldum ve bükük oturmaya devam ettim. Geisha – gösterisi hakikaten mükemmeldi. Hatta o derece ki, seasın sonuna doğru, beni ve yanımda oturan bir ingilizi sahneye çağırdılar ve gene çömeltip, Geisha eliyle nasıl çay ikram edilip, içildiğini son derece zarif hareketleriyle gösterdiler.
Herkezin dillerine doladığı günlük hayattaki Geisha – seremonileri artık yerini turistik sahne gösterilerine bırakmış.
Non Stop gezim devam etmeliydi. Geisha – House akşam saat dokuza doğru sona erince, Tokyo’ nun müzik ve eğlence yeri olan "Asakusa" ya yol göründü.
"Asakusa" ya varınca çevreyi kolaçan etmeye başladım. Bu arada şunu da belirteyim. Bütün gezilerimde gündüz ve özellikle de geceleri son derece emniyetli ve huzurlu bir ortama şahit oldum.
Son 7 gündür - şu anda da sizin dinlediğiniz - Japon Gong müziğini dinlemekten olacak artık bir Jazz sesi duymak istiyordum. Ayrıca son senelerde Amerika’ da doldurulan Jazz CD’ lerine dikkat ederseniz, çoğu topluluklarda mutlak bir iki Japon vardı,
Neyse bir an geldi ve yakından New Orleans havasının kokusu geldi.
Görünen yer "Hub" Jazz Bar idi. Üzerimde Mont bir ceket olduğundan, içerde ciddi giyinmiş genç dinleyici topluluğunun dikkatini, pek çekmemek için hemen girişte sağda ki bar’ a oturdum. Her ne kadar Japon Sake’ sine öncelik tanımak gerektiysede, ben “ tuzlu bardakta Margarita ‘ yı tercih ettim.
Bir tarafta sahnedeki trio gayet güzel New Orleans parçaları çalarken, barmen herhalde biraz heyecanlanmış olacak ki Margarita bardağını biraz titretti ve birkaç damla masaya döküldü. Bu sırada barmeni görmeliydiniz. Sanki onuru kırılmıştı. Bana Harakiri yapacakmış gibi geldi. Barmenin ( go-men-na-sa-i = affedersiniz ) demesini beklemeden ( Japoncası = Ta-i-shi-ta ko-to a-ri-ma-sen = bir şey değil ) manasına gelen baş, el ve kol hareketiyle adamı sakinleştirdim.
|
|
|
|
|
|
Ancak dökülen bu bir iki damla Margarita barın öbür ucunda oturan, kibar görüntülü bir Japon beyi harekete geçirdi. Hemen yerinden kalktı, yanıma geldi ve Barmen’ e birşeyler söyledi. Bunun üzerine barmen bana yeniden bir Margarita hazırlayıp selâmlayıp verdi. Bey’ de tekrar tekrar, benden ingilizce özür dileyip gitti yerine oturdu.
Adamın bu hareketine karşı bu sefer ben mahcup olmuştum. Sonradan bu kişinin buranın sahibi olduğunu anladım.. Margarita’ ya devam ederken dikkatimi çeken patronun çalınan Jazz parçalarında el ve ayaklarıyla müziğe tempo tutmasıydı. Jazz’ a ayakları ve el parmaklarıyla doğru tempo tutan ilk Japon görüyordum.
Zira New York’ ta gerek Fat’ s Tuesday veya Blue Note veya emsal klüpleri dolduran Japonlar aralarında konuşmaktan müziği pek dinler görünmezlerdi.
Neyse, bardağımı alıp patronun yanına gittim, japon selâmınla müsaade isteyerek oturdum ve ilk söz olarak ingilizce, " siz eminimki New York’ ta bulundunuz ve Jazz Klüplerine gittiniz " dedim. Nasıl anladığımı da söyledim. Meğerse senelerce önce New York' ta bir gece klübünde ortakmış. Hemen garsonu çağırdı ve bey’ e Black Label – 12 yıllık – getirin dedi. Bu derece ısrarlı davet karşısında, pek hoşlanmadığım Viski' yi Margarita üzerine yudumlamak mecburiyetinde kaldım.
Patron Mr. Kimura’ nın bu yakınlığı burada da kalmadı. Beni – ara verildiğinde – müzisyenlerin yanına rica etti. Tanıştırdı. Biri bana klarnetini verdi ve sahne arkasında ben dahil 4 kişi sanki Jam Session yapıyormuş havasına girdik. Hayatta üfürme hususunda bu derece zorlanmamıştım. Kısaca işte bir Japon nezaketinin – en basit bir vesile ile – misali.
Gece yarısı lokalden çıkarken dış kapının önünde elinde evrak çantalı düzgün giyimli biri bir ihtimal içeride New York’ la ilgili Jazz sohbetimine kulak misafiri olmuş olsa gerek - durduttu ve gene adeti vechile hürmetle eğilerek iki eliyle kartvizitini uzattı. Ben de Japon adabından aldığım bir terbiye ile uzatılan kartviziti iki elimle alıp, eğilip, kalkıp dikkatle uzun uzun okudum :
Kartvizitte yazılan şuydu : "Music For All Occasions " Keyboard Player " Furukawa Natsuko" . Telefon: 044-733-8835
Ertesi gün Tokyo’ nun Nehir kenarında ve de bir gezi gemisiyle Asakusa ile Tokyo limanı arasında 11 köprünün de altından süzüle süzüle gezdik. Limana yılda (1995 ) 60.000 gemi girip çıkıyormuş.
Tokyo programın son bulmuştu. Sıra Tokyo’ dan trenle 2,5 saat uzaklıktaki "Nagoya" şehrine gelmişti.
Osaka’ dan Nagoya’ ya normal trene binip, etrafın güzelliğini, yer yer endüstrinin azametini, yer yer ormanlıkları ve de normal büyüklükteki golf sahalarının yanında mini sahalar denebilecek birçok golf sahalarını seyrederek geldim.
Nagoya’ da daha başlangıçta dikkatimi çeken bir husus; bindiğim takside - diğer tekmil taksilerde olduğu gibi - son derece ciddi araba kullanan şoförün beyaz gömleği, beyaz kasketi, beyaz eldivenine uyum sağlayan, bembeyaz kılıf kaplı koltuklarının olmasıydı.
Senelerce önce Almanya’ da çalıştığım bir firmadan tanıdığım ve şimdide Nagoya’ da oyuran bir Alman iş arkadaşıma önceden telefon etmiş ve oralara geleceğimden bahsetmiştim. Nagoya’ ya vardığım gün de öğleyin beni Japon eşiyle beraber orman içinde bir İtalyan lokantasına davet ettiler. Ancak oraya giderken yol üzerlerinde kısa bir zaman önce olmuş bir depremin neticesi birçok ev yıkıntıları göze çarpıyordu. Evlerin bir
çoğunun çevresi mavi brandalarla örtülmüştü.
Aynı depremin verdiği zarar görüntüleri, az da olsa bulunduğumuz restoranın duvarlarında çatlaklar olarak belirgindi. Alman arkadaşın Japon eşi depremde salonlarındaki büyük müzik setli kütüphanenin nasıl yıkıldığını, bütün kitapların, televizyonun, vesairenin nasıl yerlere düştüğünü heyecanla anlattı.
Neyseki bizler restorandayken herhangi bir deprem olmadı. Ancak keyifle italyan sofrasından kalkarken, bende Vino Rosso’ dan geldiğini tahmin ettiğim hafif içten bir sallantı başlamıştı. Nagoya’ da da güzel ve neşeli geçen bir günü tamamladıktan sonra, trenle Kyoto’ ya geçtim.
|
|
|
|
|
|
"Ryokan"
Taa buralara kadar gelmişken Japonya’ ya gideceklere bir konaklama tavsiyesi:
Japonya’ ya hele böyle Nara gibi tarihi bir ortama gidildiğinde, mutlaka bir otel yerine gecelemek için kendinize mümkünse çiçekli bahçeler içinde bir "Ryokan" arayın, bulun ve Japon misafirperverliğini, nezaketini, saygıyı ve yaşam tarzını, hap kadar bir yer olsa da yaşayın. Ryokan ananevi bir misafir Japon evi olup, yerleri Pirinç samanından yapılmış Tatami ile döşeli duvar bölmesi ve de yanlara doğru açılan kapıları ince "Shoji" kâğıdından yapılmış, ortada alçak bir geniş masa bulunan bir mekândır.
Puccini’ nin Madame Butterfly Operasını seyretmiş olanlar, bu tarz bir mekânı gözlerinin önüne getirebilirler.
İşte ben de böyle bir Ryokan bulup yerleştim. Ryokan’ ın "Genkan" denilen giriş holünde adeti vechile ayakkabılar çıkar. Terliklerle birlikte üstünüze Japon tarzı bir
"Yukata" örtüsü verilir. Sonra türk hamamına benzeyen "Ofuro" hamama girilir. Buraya girerken de önceden ayağınızda bulunan terlikler çıkarılır, intizamlı bir şekilde kenara yanyana koyulur, banyo için başka terlik alınır.
Japonyada banyo küveti yıkanıp temizlenmek için değil, dinlenmek için kullanılırmış. Dolayısıyla banyo küvetlerinde ne sabun ne şampuan bulunurmuş.
Yıkanmamız, bizim hamamlarda olduğu gibi tabure üzerinde, kurnanın önünde kapla su dökerek oldu. Yıkanma faslı bittikten, malum terlik yenilenmeleri sonra erince odama döndüm.
Odada size seremoniyle yeşil çay servisi yapacak orijinal Japon giysisi ve Kimonosuyla yere çökük vaziyette bir Geisha benzeri bir hanım beklemekteydi. Masaya her türlü Japon mezeleri bir tablo gibi yerleştirilmişti.
Nisbeten erken başlayan akşam yemeğini ya yalnız veya arkadaşlarınızla keyifle sürdürür, çay bardağınızın devamlı olarak yenilendiğini farkedersiniz.
Gece yatacağınız vakit yere bir (futon) yatak serilir. Burada uyuyabilmek veya uyuyamamak artık size kalmış bir durumdur. Sabah olduğunda gene aynı çay vs. seremonisi, ancak bu sefer mükemmel döşenmiş bir kahvaltı sofrasında keyif alınır ve Japonya gibi bir memlekette böyle orijinal bir ortamı yaşadığınıza çok memnun olursunuz.
Sabah bahçede gezerken Ryokan’ a yakın bulunan bir ormanın içinde bulunan bir köprünün resmini de benle beraber çektirmeden duramadım.
"Nara" ve buradan yarım saat mesafedeki "Kyoto" şehirleri ve çevreleri Japonya’ nın turistik yönden mutlak ve mutlak görülmeye değer yerleri.
|
|
|
|
|
|
Nara 710 – 784 yıllarında Kyoto’ dan evvel Japonya’ nın baş şehiri imiş. Bu iki şehirde Japonya’ nın en zengin Tapınak ve Pagodaları barındırıyor.
Bunlardan en tanınmışları: Nara’ daki güzel bir parktan gidilen "Todai- ji ve Kasuga" tapınakları.
Todaii-ji tapınağında 15 metre yüksekliğinde Todai-ji’ nin Budda heykeli bulunuyor. Budda heykeli 500 ton bakır, 8,5 ton kalay, 2,5 ton cıva ve 440 kg altından yapılmış.
Bu bölgede daha birçok tapınaklar vardı ama, bu seferlik zaman kısıtlamasından hepsini gezmek ve görüntülemek imkânım maalesef olmadı. İnşallah bir daha sefere...
Nara’ ın güzel bir ortamı da, "Todai-ji" Tapınağına giden yolda halkın gezdiği, piknik yaptığı ve ortalıkta serbest dolaşan kutsal sayılan geyiklerin parkı.
Ayrıca her ağaçlıklı alanda görüldüğü gibi, Japonların ağaçların yetişmesine, dallarına estetiğe uygun nasıl yön verdiklerini göstermek için birkaç resim çektim.
Kyoto’ nun birçok dapdaracık sokaklarda, ufacık evlerin ufacık bahçelerini küçücük ama yaşlı Bonsai ağaçları süslüyor.
Kyoto’ nun yakın çevresinde ve enfes ormanlık bir alan ve ufak göl kenarında, eskiden tüm altın kaplı, ancak sonradan geçirdiği yangınla şimdi yaldızla kaplanmış meşhur "Kinkaku-ji" Tapınağı hakikaten büyüleyiciydi.
Resmini hafif çiseleyen yağmurda çekmem büyük bir şanstı.
Kyoto’ da ayrıca Heinan Tapınağı ve , ve gene Kyoto’ nun yakınında ve Zen felsefesinin ana unsurları olan kaya, çakıl ve kumdan yaratılmış "Ryonan-ji" deki
Taş Bahçesi ve yanındaki padoga Japon sade
mimarisinin bir şaheseriydi ve insanı düşüncelere ve
hayal alemine götürüyordu.
10 X 30 metre ebadındaki zemini çakıl taşları ve muhtelif yerlerinde 15 kaya parçaları oturtulmuştu.
Ryonan-ji’ , içine girmeden çevresinde oturarak
seyredildiğinde, hangi bakış açısı olursa olsun, yanlızca
14 kaya görülebiliyor. Bitişiğindeki evin bahçesinde çay
seremonileri için hazırlanmış bambu ağızlı taştan "Tsukubaii" çeşmeleri görülüyor.
Nara ve Kyoto gezisi sona ermeden bir de akşam tavsiye üzerine bir "For You" isimli "KARAOKE" Snack - bara gidildi. Bar en fazla 30 m2’ lik bir yer. Bu tip yerlere eğlenmek
sohbet etmek hem de kişiler bildikleri şarkıları vs.
televizyon ekranından çalınan ritme uyarak soldan sağa renklenip kayan şarkı sözlerini– arka plânda çalan melodiyle beraber – söylemek için gidiyorlar. İstekli olanlara bir şarkı listesi veriliyor. Oradan seçtiğinizin videosu gösterilmeye başlıyor ve sizde o ritme uygun olarak iyi kötü şakırdamaya başlıyorsunuz.
Burada da son derece saygın müşteri servisinin yanında
çok ilginç bir şey daha gözledim. Arasıra tuvalete giden kişiler, oradan tekrar ortama dönmek için kapıyı açtıklarında, şef hanım hemen işini yanındaki yardımcı hanıma bırakıp, süslü ve çiçeklerle süslenmiş bir tepside sıcak bir el havlusunu öne eğilip iki eliyle müşterisine sunuyor.
O gece çok eğlenildi. Orada bulunan gençlerle – bir türlü anlaşarak, gülerek – vakit geçirdik. Ayrıca barda solumda oturan, kibar görünüşlü bir bey, yarı ingilizce yaptığımız bir sohbet arasında, cep telefonunla biriyle kısa birşeyler konuştu ve sonra da telefonunu nazikçe bana uzatıp, "sizi türk olarak tanıdığımı eşime söyledim, size hoşgeldiniz demek istiyor, müsaade eder misiniz" dedi. Eşiyle kısa bir konuşma yaptım. İşte ben Japonya’ yı ve Japonları böyle tanıdım.
Ayrıca çok dikkat çekici bir nezaket durumuna da şahit oldum: Herhangi bir beste Karaoke usulü söylendikten sonra, aynı şarkıyı beğenen başka biri, önceden söylemiş olan kişiden - nezaketen - müsaade alıyordu.
Gece yarısına yakın Karaoke bardan ayrılırken, isminin Hiroko Higashino olduğunu öğrendiğim bar sahibesi kapıya kadar gelip, gene saygıyla öne eğilip selâmlayıp bizi - adetlerine uygun bir tarzda - taksiye uğurladı.
|
|
|
|
|
|
Tilkinin dönüp dolaşacağı yer Kürkçü dükkânıdır misali, seyahatimin ilk ve son mahalli Osaka’ ya gene trenle döndüm.
Burada daha 2 günüm vardı. Etrafı keşfe devam ettim. Karınca yuvasına benzeyen şehir altında da vızır vızır Metro ve aynı yoğunlukta birçok uzun yollu yer altı çarşıları var. Metro istasyonlarında yabancı olarak tam manasıyla çaresizsiniz.
Umumi yerlerde tekmil yazılar, tabelalar ( 1995’ te ! ) yanlızca Japonca idi. İstikametler Japonca, Biletler Japonca, Paralar Japonca, İstasyon isimlerini gösteren tabelalar Japonca, isimler Japonca !!.
Gitmek istediğim yerleri önceden otelde plân üzerinde kalemle işaretleyip, sonra istasyon gişelerinde sıra olmuş kişilere, önce öne eğilerek, iki elimle notumu gösterip, hangi yöne gitmek istediğimi anlasınlar diye, başımı alık alık bir sağa bir sola döndürüyordum.
Anlaşmamız neticede oluyordu, ancak sıra kuyruğuna girdiğimde bilet otomatına kaç para atacağımı bilemiyordum. Onu da hallettim. Avucumun içine bir alay bozuk para doldurup onlara doğru uzatıyordum. Herkez istisnasız bu hususta son derece yardımcı oldular. Artık bu metotla otomattan bilet alabiliyordum. Diğer yönden problemlerim bitmek tükenmek bilmiyordu. Tren peronlarına giden bir alay yollar vardı. Bu safhada da istisnasız her zaman Japon nezaket ve yardımını yaşadım. Bilet kontrol yerlerindeki memurlar gideceğim istikameti Japonca söylediklerinde ve bende onları güzelce anlayıp gene anladığımı zannetttiğim tamamen yanlış istikamete doğru yürürken, inanın kaç defa kontrolcu memur arkamdan koşarak gelip, beni nazik bir inatla doğru perona kadar götürdü.
Şimdi de Japonya’ da tren istasyonlarındaki peronlarına bir göz atalım:
Peronlarda yolcuların raylara yaklaşmamaları için boylu boyunca kalın sarı renkte, tehlikeye karşı ikaz eden geniş çizgi hattı var. Ayrıca aynı yerlerde, muayyen aralıklarda sarı boyalı büyük üçgenler var. Bu işaretler tren geldiğinde, kapıların tam hizasını belirten yerleri gösteriyor. Trene binecekler burada yanlızca üçgen işaretlenmiş yerlerin biraz gerisinde, sırayla ve önünde duran kişinin ensesine binmeden inenleri bekliyorlar. Bu ikaz işaretlerinin dışında kalan yerler tamamen boş duruyor. En kalabalık bir zamanda bile inme binme kargaşası yaşamıyorsunuz.
|
|
|
|
|
|
Japonya intibalarımda beni en çok etkileyen: Doğayla iç içe Ev, Bahçe Düzeni Mimarisi, Taş, Ahşap ve Bitkilerin beraberce yaşantısı ve de Yemek sunuş zevk ve sanatı oldu.
Bu meziyetlerin yanında da gene ön plânda Mabetlerine verilen özen, değer ve Ananelerine bağlılık.
Osaka Hilton' ın barında, yan masada oturan bir hanım ve iki kızınla - yarım ingilizce, tam japonca - hoş beş edip tanıştık. Tabiatıyla mevzu Japonyanın güzelliğinden bahsedip, döndü dolaştı sonunda Japon yemeklerine dayandı. Ancak onlara değişik bir öneride bulunup fransız mutfağının hakim olduğu Lobby' deki klasik restorana geçtik. Deniz mahsulleri ağırlıklı keyiflii bir yemek yedik. Böylece bu seferlik sushi vs. ye kısa bir ara vermiş oldum.
Masamızı renklendiren - her Japon gibi - çok kolay neşelenmeleri, birşeyler anlatmak için ağzımı her açtığımda durmak bilmeyen kıkır kıkır gülmeleri oldu. Chop Stick yerine çatal bıçakta da onlar biraz zorlanıyordu...
Bu sürpriz dostluk, ben İstanbul' a döndükten sonra karşılıklı 3 yıl kadar özellikle yılbaşlarında E-Mail ile devam etti. E-Mail ile nasıl görüştüğümüzü anlamak için aşağıdaki son satırlara bakınız.
Japonya’ ya; akşam dönüş uçağımdan evvel tipik bir restoranda veda etmek istedim.
Yemeklerin masaya sunuluşu, görüntüsü damak zevkinin ötesinde ilk önce göze okşuyordu.Ben de önüme konan - resim sanat eseri misali - tabloyu kamerayla hatıra olarak tesbit ettim.
Genelde yemekte sizi rahat bırakıyorlar. Garsonlar tepenizde lokmanızı sayar gibi beklemiyorlar ve de daha yemeğiniz bitmeden tabağınızı değiştirmeye, Chop Stick' leri, çatalınızı bıçağınızı elinizden almaya kalkmıyorlar. Masanızda bir zil düğmesi var. O' na bastığınızda, elektronik olarak içeriye haber gidiyor ve garson geliyor.
Anılarımın başında da belirttiğim gibi, Japonya seyahatimde birçok yerlerini gördüm, birçok insanlarla güleryüzle bire bir tanıştım, hiçbir yerde bir itişme, trafik kargaşası, polis, bakımsız tek bir ağaç, üstü başı ihmal edilmiş bir kişi veya kirli bir ortam görmedim. Yardım severliklerini de her yerde takdir ettim.
Çok beğendiğim, hayran kaldığım ve saygıdeğer bulduğum Japonya’ dan güzel ve unutulmayacak anılarımla beraber İstanbul’ a hareket ettim.
|
|
|
|
|
|
" Japonların bir hayli yorucu baş ve yüz hareketleri yerine gerektiğinde
E-Mail yardımıyla dostlarını selâmlama tarzları "
(^_^) = Erkek gülümsemesi (*_*) = Korkmak
(^.^) = Kadın gülümsemesi (@_@;) = Şaşırma, göz açmak
(^_^;) = Terleme anı (-_-)zzz = Uyuma
(^o^;>) = Affedersiniz derken - baş kaşıma (~o~) = Esneme
|
|
|
|
|
|
|
|