|
|
Polinezya neresi ?
Polinezya; Pasifik Okyanusunda, batısında Endonezya / Avustralya ile doğusunda Amerikanın bulunduğu sonsuz adalar dünyasının bir bölgesi. Coğrafi olarak Okyanus dünyası 3 kültürel değişik ortama ayrılıyor. Melanezya, siyah adalar topluluğu, Mikronezya, küçücük adalardan oluşan grup ve Polinezya, birçok adadan oluşan bölge.
"Sosyete adaları" denilen adalar grubu ise Tahiti
çevresinde bulunan ve Fransız Polinezyası olarak isimlendirilen, kuzeyinde de Markiz adalarının da bağlı bulunduğu
bir alan.
Bu adalar genelde esen rüzgar yönüne göre şöyle ayrılıyorlar:
(Iles du Vent) Tahiti ve Moorea diğer taraftan (Iles sous le Vent) Huahine, Raiatea ve Bora Bora adaları.
Pasifik Okyanusunun ortasındaki Fransız Polinezyası grubunda bulunan 1.115 Ada ve Atollerin içinde Tahiti en büyüğü.
Seyahate çıkmadan mühim bir öneri:
Yanınıza mutlaka bir fotograf makinesi ve bol bol albümlük film alınız. Yanlızca Video çekmiş olmak bir ihtimal hayallerinizi yıkabilir. Şöyle ki; seyahat dönüşü dostlarınıza Video filminizi seyrettirirken kişi gözünün bir sahneyi rahatlıkla algılayabileceği süreyi (normalde 12 ila 14 saniyedir) tahmin edemeyip acemilikle kameranızı çekim süresince hızlı hızlı bir sağa, bir sola, bir yukarı, bir aşağıya oynatmış olduğunuzdan, ortaya çıkan görüntü bizzat sizin ve de misafirlerinizin tahammül sınırlarını kat' iyyetle zorlayacaktır.
Halbuki Albümlerinize her ortamda rahatlıkla doya doya bakabilirsiniz.
Öbür dünya’ ya gitmeden...
Dünyanın öbür tarafına seyahat nasıl geçti ?
Şayet...Fransız Polinezyasına seyahati düşünüyorsanız, 1-1,5 ay öncesinden Fransız Konsolosluğuna müracaat edip, önlerine Uçak rezervasyon teyidini, Otel teyidini, malınızı, mülkünüzü belgeleyen belgeleri koyun. Vize müsaadesi taa Tahiti' den sorulduğundan cevabın gelmesi kayıkla olmasa bile, bir hayli gecikebilecektir.
Yol' a çıkış:
08 Şubat 1997 günü sabah 06:30 Lufthansa uçağınla İstanbul' dan Frankfurt’ a uçtum. Oradan New Zeland uçağı ile saat 14:20’ de hareket edip, Los Angeles’ e yörel saat 17:00 de vardım. Geceyi LA’ da geçirip ertesi gün saat 18:00’ de Papeete’ ye (Tahiti’ nin merkezi) yollandım. Papeete’ ye varış ertesi günün başladığı gece saat 00:25 idi.
Şimdi de vücudumuzun uzun bir uçuş performansına nasıl hazır olması gerektiğini kısaca Papeete’ den İstanbul’ a Non-Stop dönüş süresini
vererek açıklayayım:
Papeete’ den kalkış: sabah karanlığında saat 03:20. Los Angeles’ e varış 13:20. LA’ dan hemen saat 15:20 de hareket. Frankurt’ a Non-Stop varış ertesi gün 11:30. Frankfurt’ tan aynı gün akşam üstü 16:30 uçağıyla hareket. İstanbul’ a varış: 20:30 (Yerel saat)
Non Stop dönüşte toplam saat ve katedilen mesafe:
Tahiti-Los Angeles-Frankfurt-İstanbul= 36 saat
Toplam Km= 22.500 !!!.
Saat farkı İstanbul ile= 12:00 saat.
Bu bilgiyi korkutmak için değil, uzun yolculuğa - o veya bu sıhhi sebepten -dayanamayacaklar için veriyorum. Hedefe varmadan gidişte olduğu gibi dönüşte de araya Los Angeles’ te 1 ila 2 gün ara vermek faydalı olurdu. Aksi halde vardığınız yerde ilk günleriniz uyuklamakla geçer.
"Ada' lardan Anılar"......
Tahiti, Moorea, Huahine, Raiatea ve Bora Bora.
|
|
|
|
|
|
|
TAHİTİ (Faa)
Gece yarısını biraz geçe Papeete havaalanına inince, karşınızda ellerinde çiçek buketleriyle müzik eşliğinde güzel güleryüzlü Tahiti' lilerin hula hula ve tamure müziği ve dansıyla karşılanıyorsunuz Seyahatimi organize ettirdiğim acente; Tahiti’ de merkezi olan "Tahiti Nui Travel" (http://www.tahiti-nui.com) idi.
Gelişimiz gece yarısı olmasına rağmen aşırı bunaltıcı sıcakta pasaport formalitelerini beklerken tipik Gauguin' in tablolarını anımsatan hoş etiketli ilk Polinezya birasını tatma fırsatı buldum. Hava alanından sabaha karşı minibüsle "Hotel Tahiti Country Club" e gelip odamda çiçeklerle süslenmiş yastığa bir iki saat için başımı dayadım ve yakın gelecekteki hayallere daldım..
Kısa Genel bilgi:
Tahiti 1000 km2 büyüklüğünde yanyana uzun zamandanberi aktif olmayan, 8 rakkamına benzeyen 2 yanardağdan oluşmuş bir ada. Adanın büyük kısmının ismi "Tahiti Nui" , ufak olanı ise "Tahiti Iti". Her iki adanın çevresi genellikle mercan adacıklarıyla çevrili. Başşehir Papeete. 120.000 kişilik bir topluluk. Adanın ortasında enfes bir görüntü veren dağ "Mount Orehena" 2.241 metre yükseklikle ve alanı çok ve sık yağmur alan tropikal bir orman.
Bonjour Tahiti:
Sabah olduğunda 2 saatlik bir uyku sersemliğinden sonra ilk Polinezya kahvaltısıyla tanıştık. Tipik Amerikan Continental’ ın yanında buraya has Mango, Papaya, Ananas, ufak Muz ve daha birçok değişik meyvaları tatma fırsatı doğdu.
Değişik meyva sularıyla sona eren kahvaltıdan sonra doğruca buraya gelmeden kitap ve haritalardan ezberlediğim
"Papeete" ye bir otobüse atlayıp gittim. Hedefim (Le Marche) kapalı Pazar yeriydi. El sanatları, balık, et, meyva, kısaca bu bölgede ne çıkıyor, yetişiyor ve yapılıyorsa onlar sergilenip satılıyordu. Özellikle rengarenk balıklar ve deniz mahsulleri dikkat çekiciydi.
Bu arada öğleyin bir oteldeki Rotary toplantısına katılıp, üyelerin - Fransızca ana dilleri olduğundan - kem küm etmeden hoş bir dialog kurup dünyanın ötesinden geldiğimi anlatıp, yanımda beraber getirdiğim Türkiye ile ilgili broşürleri ufak bir şişe Rakı eşliğinde başkan' a verdim.
|
|
|
|
|
|
|
Paul Gauguin Müzesi
Papeete’ deki Pazar gezisinden sonra doğruca ressam "Gauguin-Müzesini" gezmek görmek şarttı. Paul Gauguin (1848-1903); Paul Cezanne ve Vincent van Gogh’ la modern resim sanatının yaratıcısı olarak bilinirler.
Gauguin 1891 yılında batı medeniyetinden dışlanınca, yaşamında ilkel ortam arayış sonunda Tahiti’ ye gitti.
Bu arada kısa süren bir Fransa seyahatinden sonra da hayatının geri kalan yıllarını Tahiti, sonradan Marquesas-Adalarında geçirdi ve orada öldü. Resimlerinin ana temalarını Polinezya mitolojisinden alıp, oralardaki günlük hayatını başta polinezyalı karısı Teha’amana yı ve Tahiti’ li kadınların özellikle deniz kenarındaki resimlerini yapmakla geçirdi.
Müzeden dolayısıyla Paul Gauguin’ in severek, beğenerek algıladığım tablolarından ayrıldığımda aklıma bir fikir geldi ve kendi kendime ben de niye Gauguin gibi, Gauguin’ in resimlerini andıran benzer fotograflarla bu güzelliği kendime yaşatmayayım diye düşündüm ve de düşüncemi mükemmelen uyguladım.
Fotograf çekimlerimi ortam daha uygun olacağı tahminimle - Bora Bora’ da yaptım. Resimleri ileride Bora Bora bölümünde görebilirsiniz. Genelde Polinezya gezimin ilk adası olan Tahiti dolayısıyla Papeete hayalini kurduğumuz Pasifik görüntü heyecanı ilk elden vermiyor. Burada normal şehirlerde görünen trafik, hareketlilik ve biraz kargaşa göze çarpıyor. Ancak içlere doğru yöneldikçe, tabiat ve ortam sakinleşip güzelleşiyor.
Paul Gauguin müzesinden sonra "Musee de Tahiti et ses İles" e gidip Polinezyanın kültürü, deniz yaşantıları, Siyah İnci elde ettikleri İstiridye ve Mercanlardan oluşan müzeyi gezdim. Tahiti 1768 yılında Fransız kaşif Louis Antoine de Bougainville’in kaleme aldığı seyahatnamesinde buranın mitolojik güzelliğinden bahsetmiş dolayısıyla turistik değerini dünyaya tanıtmış.
Dağda bayırda görülen alışılmışın dışındaki çiçekler bu arada Begonvil Polinezyanın baş simgesi olmuş.
Hemen hemen her kızın ve kadının saçlarının arasında, kulakların yanında yüzlerini süsleyen taptaze günlük koparılmış Begonvil çiçeğini görebilirsiniz.
Genelde akşam üstleri yapılacak en akıllı iş, güneş batmasına yakın saatte günlük koşuşturma yorgunluğunuzu atmak için çevrenizde bulunan enfes otellerin birinin göz kamaştıran barında rengarenk meyva kokteyleri eşliğinde sağınızdaki solunuzdakilerle sohbet edip akşamınızı zenginleştirmek hoş oluyor.
MOOREA
Papetee’ nin limanından Katamaran ile karşımızda 15 km ve 30 dakika mesafedeki Moorea adasının koyuna türkuvaz sulardan süzüle süzüle girdik. Siz hiç George Gershwin’ in "Rhapsodie in Blue" sunu dinleyip isme uygun bir hayale daldınız mı? Evet ise demek ki Moorea gibi bir yeri gözünüzün önüne getirmiş olmalısınız...
Katamaran' ın güvertesinden karşımızdaki Moorea' ya
bakıldığında yüksek ormanlık dağlar arasına sıkışmış 2 koy görüntüsünden insan enfes bir tropikal ortama geldiğini anlıyor. Moorea Ada' sının koyuna, hatta daha realist anlatmak gerekirse koynuna türkuvaz sulardan süzüle süzüle girdik. Limanda tropikal ortama uygun gene çiçekli bir karşılamadan sonra sahil yolundan heyecan verici bu manzaraya ve yukarlardaki ormanlara hayran kala kala yarım saatte adanın öbür tarafındaki Moorea Village’ a dolayısıyla ilk önce resepsiyon masasının üstünde çiçeklerden nasılsa boş kalmış bir yerinden giriş kaydımı yaptırdım Otelin şefi Joseph Gendron kalacağım bungalow’ u gösterdi..
Buralarda adet olduğu vechile, yatak, banyo, çiçeklerle süslenmişti. İnsan odaya ilk girişte zarif emek verilmiş bu görüntü güzelliğini bozmamak için, yatağı, banyoyu bir müddet kullanmaktan vazgeçmeyi bile düşünüyor...
Bavulumu her tarafa serili çiçek düzenini bozmadan bir kenara bırakıp vakit kaybetmeden kendimi doğruca dışarıya attım.
|
|
|
|
|
|
|
İlk önce ada turu yapmak, çevreyi tanımak için Avis’ ten minik bir araba kiraladım.
Daha İstanbul’ dayken İnternet’ ten Tahiti’ nin sayfasına girip oradan Avis’i bulmuştum. Muhatabım Tahiti’ de Monsieur Tavarro Porot oldu. Anlaştık ve minik bir otoyu sözleştiğimiz saatte otele getirdi ve iş bitti.
70 kilometrelik ada turunu sallana sallana, birçok yerde durarak, resim çekerek, yöre insanlarınla kısa sohbet ederek 4 saatte bitirdim. Bu gezi boyunca kısmen deniz kıyısından kısmen ormanlar içinden geçerken görülmemiş değişik güzellikte çiçekler ve ağaçlar gördüm.
Bu arada gene yol kenarındaki ufak bir evin bahçesinde kenara dizilmiş ufak biblo tarzında kanular gördüm. Zaten buralarda kısa mesafelerde lagunlar içindeki deniz gezisinde bunlara biniliyordu. Kanunun yanındaki destek veren ufak ikinci bir mini kanu sallanmayı önlüyor.
Hatıra olarak bir tanesinin modelini aldım.
Yolda süresinde ufak gölde elleriyle dalıp elleriyle balık avlayan güler yüzlü ufak kız çocuklarına da rastladım ve alelusul bir tanesini de satın aldım.
Biraz ileride bu sefer bir çiçek bahçesinde durdum...
Güler yüzlü sahibesi hanım bütün bahçeyi gezdirdi ve ayrılırken bir buket Begonvili’ de arabama koydu.
Bu arada Polineyya anılarımda gördüğünüz ve göreceğiniz
bütün çiçek resimleri yol kenarlarında veya orman içinde açmış çiçeklerin resimleridir.
Yol boyunca muhtelif yerlerde kurulmuş butiklerde tipik pareolar Gauguin tarzını hatırlatacak şekilde sergileniyordu. Diğer bir gün öğleye doğru Motelde kızlar tarafından Pareolar’ ın bir defilesi yapıldı.
Bu defilede rengarenk pareoların nasıl vücuda nasıl büyük
beceriyle uygun ve ansızın istemeden de düşmeyecek tarzda hazırlanıp sarıldığı tatlı müzik eşliğinde gösterildi. uygun ve ansızın istemeden düşmeyecek tarzda hazırlanıp sarıldığı tatlı müzik eşliğinde gösterildi. Başka bir günlük atraksiyon da Piknik için günü birlik kanularla gidilen yarım saatlik mesafedeki ufak bir ada- Polinezyalıların Motu dedikleri oldu.
Bu arada şunu da belirtmekte fayda var. Güneş o derece yakıcı ki, teknelerle gezerken sırtınız sıcaktan yanmasın diye çok kere ıslak havlu ile örtünme şart oluyordu.
Birçok meyvalardan, çiğ ve pişmiş balıklardan, tavuktan, şaraptan, meyva sularından oluşan Piknik yemeğinden önce cam gibi berrak denize girerek, mercanların ve rengarenk balıkların arasında yüzdük.
|
|
|
Tiki Village
Moorea gezisinin bir diğer günü bence en zengin ve renklisi oldu. Sabah saat 10:00’ da "Tiki Theatre Village" a gittik. (Tiki= Güneşin oğlu)
Burası eski Polinezya ananelerini ve yeni yaşamını bütün rengiyle gözler önüne seren ve bizzat ta yaşatan bir ufak köy ortamı.
Köy halkının yaşadıkları evlerin duvarları ve çatı örtüleri tamamen bambu ve yapraklarından büyük bir el sanatı becerisiyle yapılmış.
Her evde Polinezyalıların bir özelliğiyle karşıkarşıyasınız.
Mesela Batik ile basılmış Pareolar, Ağaç işleme bölümü, Tatoo bölümü, Evlendirme salonu, Deniz kabuklarından yapılmış takılar, Palmiye yapraklarından örülmüş şapkalar, Siyah İnci sergi ve satış butiği vs.
Tatoo’ nun menşei Polinezyadaki Marquies adaları imiş. Esas Tatoo işlemi; boya; ucu sivrilenmiş kemik parçaları veya keskin deniz kaplumbağası kabuğu yardımıyla kişinin derisinin hafifçe altına seçilen motife uygun olarak sürülüyor.
Hakiki Tatoo Boya hazırlanması ise bir nevi ceviz tohumundan elde edilen siyah boya Hindistan Cevizi-Cocos yağı ile öğütülüp karıştırılmasından elde ediliyormuş.
Tatoo işlemini seyrederken bana ne kadar ısrar ettilerse de önümde yatan tatoo’ lanmış adamı görünce ürktüm yaptırmadım.
Tattoo ilk zamanlarda sosyal bir seviye göstergesi olarak algılanıyormuş.
Bizde tatoo meraklıları varsa taa 22.500 km katetmelerine gerek yok. Bodrum’ da ufak günlük tekneler meydanında, Raşit’ in Kahvesinin karşısında keçeli kalemle istedikleri şekli istedikleri yerlerine çizdirebilirler.
|
|
|
|
|
|
|
Köy gezisinin devamında Polinezya dans grubu tarafından çok güzel bir gösteri sunuldu.
İlk önce zarif hareketlerle tatlı müzik eşliğinde aynı tatlılıkta kızlar Tamure ve Hula Hula danslarını sergilediler.
Onların arkasından erkekler son derece hareketli Ateş dansı ve karşılıklı ellerindeki oklarla eski zaman dövüşmelerini gözler önüne serdiler.
Öğle yemeği zamanı gelince bizler ananevi "Tamara" değişik bir yemek pişirme yöntemiyle karşılandık.
Toprak altında odun kömürüyle yakılan bir ızgaya
yiyecekler yerleştirilip üstü yaprak ve sonradan toprakla örtülüp pişiriliyor.
Yemek muhtelif et ve muz yapraklarına sarılmış balık çeşitlerinin, tavuk ve kuzu butlarının yanlarına kırmızı muz (Fei), tatlı patates, ıspanak ile 4 saatta pişirilip hazırlanıyor
Siyah inci
Diğer bir gün sabah aynı yerden malum kanulara binip deniz suyunun uygun ortamından dolayı siyah incinin genelde Fransız Polinezyası dolayısıyla Tahiti çevresinde oluştuğu Siyah İncilerin yetiştirildiği deniz içindeki tarlasına gittik.
Takriben 1 ila 1,5 metre derinlikte ve ufak köpek balıklarının ve mantaların yemesinden korkulup çevreleri ağlarla korunan ve aşağı doğru sarkıtılan istiridyeleri gördükten sonra, gene kıyıya yakın bir deniz ortasındaki atelyede Siyah İncinin nasıl yaratıldığına şahit olduk.
Şöyle ki; Bu işi bilen elindeki bir kişi yaşayan İstiridyenin içini özel bir skapel ile az aralayıp içindeki etin bir kenarını hafifçe yarıp cımbızla bu yarığın içine takriben 5 milimetre çapında Missisippi Midyesinin içinden alınmış yuvarlanmış sedefi bırakıyorlar.
İstiridye bu içine konmuş olan yabancı cismi kendisine zararlı hale gelmemesi için çevresini zamanla sertlesen bir ifrazat ile kaplıyor.
Böylece istiridyenin içinde siyah incinin oluşması tahminen 16 ila 18 ay sürüyor. Bugün için Fransız Polinezyası yılda 130 milyon dolar değerinde altı ton siyah inci yaratıyor. İlginç başka bir bilgi de; yanlızca 15.000 istiridyeden yalnız bir tanesi bu yukarıda uygulanan işleme dayanıyormuş.
Başka bir merak:
Şayet muhteşem türkuvaz renkli denize girdiğinizde bir yunus balığıyla beraber yüzmeyi aklınızdan geçirirseniz bu imkan Moorea Beachcomber Parkroyal’ da vardı.
Burası Motelimden takriben 1 km uzaklıkta idi, oraya da bisiklete atlayıp gittim. Havuzun iskelesinde ilk önce Yunusla tanışmada nelere dikkat etmem gerektiğini anlattılar: Suya girince Yunusa gayet sakin ve yavaşca yaklaş. Sonra gövdesinden kuyruğuna doğru sırtını sakince okşa. O zaman Yunusun başını size çevirip memnun kaldığını göreceksiniz.
Bu sıcak yaklaşımınızdan sonra o' nu oynatmak istiyorsanız, gene yavaşça elinizle istikamet gösterin. Bu suretle sizden uzaklaşan Yunus sizden emir bekleyecektir. İşte o zaman takriben 15-20 metre uzaklıktaki Yunusa denize dalıp iki elinizle su altından yukarı fırla’ yı anlatacak hareket yaptığınızda, sulardan havaya coşkuyla zıplama, sıçrama gösterisine başlayacaktır.
İşte bu anlattıklarımı tereddütsüz uyguladım ve Yunusların ne derece duyarlı, sevecen, sevilip okşandıklarında kedi gibi munis olduklarını yaşadım gördüm. Biraz önce de bahsettiğim gibi, mesela Beachcomber Parkroyal Moorea benzeri süper lüks, deniz üstündeki Bungalow’ ların bir gecelik fiatı: 600 dolardan başlıyor!! Müşterilerin ekserisi Japon.
Bizde ancak barda bir Bloody Mary veya Meyva Kokteyli ile iktifa etmeyi uygun buluyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
Daha anlatacak çok anı var ama, fazla gecikmeden Moorea’ dan ayrılıp 35 dakika mesafedeki Huanini adasına uçmak için havaalanına gittim. Ancak Moorea’ dan ayrılırken havaalanında birkaç resim çekmek istediğimde, senelerdir büyük bir dikkat ve emekle kullandığım Canon EOS 50 E fotograf makinemin deklanşörü kırıldı. Beynimden vurulmuşa döndüm. Bu bana rastlamamalıydı…
Ben özellikle görsel hatıralarla yaşayan bir kişiydim. Çektiğim resimler ev’ e döndüğümde beni yıllarca daha yaşatıyordu. Son derece üzüntülü ve hayalleri kırılmış olarak Huahine’ ye vardım.
Mühim Not: Şayet günün birinde bu tarafa uçacaksanız, Moorea’ dan Bora Bora istikametinde uçağın sol tarafında pencere kenarında yer ayırtın. Uzaktan Cook Adalarının güzelliğini görebilirsiniz.
HUAHİNE
Huahine’ deki Motel "Huahine Village" idi. Gayet geniş bir kıyı şeridinde bambulardan yapılmış Bungalow’ lar vardı. Benimki hemen karşımızdaki ufak Motu’ ya bakan deniz kıyısındaydı. Eşyalarımı hemen odaya bırakıp, doğru resepsiyonda menecer kız Leila Lai’ a makinemin kırıldığını, çok üzüldüğümü, acaba kendilerinde veya yakın tanıdıkları birinden emaneten seyahatim sonuna kadar bir makine bulup bulunamayacağını acıklı halimle sordum. Olumsuz bir yüz ifadesi gösterdikten sonra birden; bir müşterimiz geçen ay geldiğinde burada bir kamerasını unutmuştu. Gidip bakayım, belki işinize yarar dedi ve bir müddet sonra elinde askısı biraz yıpranmış bir kamerayla göründü.
Ey ulu Tanrım bu ne lütuf… İnanmayacaksınız, lütfen inanın.
Leila’ nın bulup getirdiği emanet kamera benimkinin aynısıydı ve çalışıyordu. Dünyalar tekrar benim olmuştu. Anlaştık,seyahatimin sonuna kadar kullanacağım ve Papetee’ den tekrar İstanbu’ a döneceğim uçuş saatimde havaalanında bana Polinezya turunu hazırlayan Tahiti Nui Travel’ in adamına verecektim.
Böylece mutlu sona erişmiştim. Mesuttum.
Huahine küçük bir ada, çevresi 78 km. Esasında iki köprü ile bağlantı kurulmuş ada.Biri Huahine Nui diğeri Huahine Iti. Diğer adalara nazaran çok daha fazla azgın ormanlar ve münbit arazi var.Burada da minik bir oto kiralayıp ada turumu yaptım. Zaman zaman deniz kenarında durdum ve denizin yakınında değişik kökleri olan ağaç resimleri çektim.
Huahine adasının son derece sakin olan çevresinde Vanilya, Palmiyeler, Kahve plantajları var. Bir plantajda birçok bitki yanında Orkide familyasından dünyanın en iyi Vanilya bitkisinin de yetiştiğini öğrendim. Plantajı tam 45 derece öğle sıcağında gezdikten sonra bahçedeki ufak tezgahta baygın hale gelmişken ikram edilen bardak bardak taptaze ananas vs. suları sayesinde resmimin çekilişinden bir müddet sonra dirildim.
Vanilya burada hemen hemen neredeyse her yemekte kullanılıyor. Ben de bu arada buna alıştım, daha doğrusu alışmaya mecburdum, zira banyolarda verdikleri diş macunlarının tadı, bütün sabun ve şampuanlara kadar herşey Vanilyalıydı.
Evet geziye devam ettim. Adanın içindeki ormanlara doğru dikine bir yokuş sonunda muhteşem turkuaz deniz manzarası büyücülüydü. Bir gün de Motelimizin hemen karşısında bulunan Motu’ ya gidip şnorkelle dalıp renkli akuvaryum tipi balıklara yem verip mercanlar üzerinden yüzdük. Gauguin’ in etkilemesi olacak güneş batışına yakın Motu' yu arka plana alarak tipik bir Polinezya’ lı oturuşunun siluet resimi çektim.
Otelde akşam yemeğinde önce podyuma malum dans grubu çıktı ve müzik eşliğinde tipik pareo giyme çıkarma gösterilerini yaptılar. Gösteriden dolayı açılan iştahımızı balık çorbası sonra, ismi hoş ama tadı berhoş vanilya soslu Mahi Mahi (Yunus) balığı yiyerek geçiştirdik.. Huahine’ ye elveda zamanı gelmişti. Bende gün geçtikçe heyecan artıyordu. Zira rüya ada Bora Bora’ ya erişmek için arada bir ada daha kalmıştı...
Huahine’ den uçakla 15 dakikada Raiatea adasına vardık.
|
|
|
|
|
|
|
RAİATEA
Raiatea Tahitiden 193 km mesafede ve 290 km2 büyüklüğü, 9000 kişi nüfusu ile Fransız Polynezyasının ikinci büyük adası. Merkezi Uturoa.
Kaldığım otel Hotel Hawaiki Nui deniz kıyısında geniş rıhtımlı sempatik bir mekandı. Sakin, rahat, geçmiş ve geleceğe dönük yaşadığın ve yaşayacağın hayatının hesabını aktif pasif olarak yapabilecek meditasyona elverişli bir ada.
Sabah erkenden gene bir mini oto kiralayıp, adayı teftişe çıktım. Burada da Vanilya, Ananas vs. plantajları ve doğanın vahşiliği içinde enfes çiçekler.
Otelin bulunduğu mevki deniz kenarı ama sırtı yüksek dağlara dayanıyordu. Bu yüzden de zaman zaman masmavi gök birdenbire simsiyah bulutlarla örtülüyordu. Bende böyle bir manzarayı kaçırmak istemedim ve bu sefer kendi resmimi çektirdim.
Resimde oturduğum iskelenin önündeki merdivenden de şnorkelle daldım. Yüzdüğüm aşağı yukarı 150 metrelik genişlikte bir mesafe içinde şimdiye bu derece bolluğunu ve zenginliğini görmediğim en azından 25-30 değişik şekilde mercanların uzunları veya top şeklinde olanları – ve de bir çok cins rengarenk balık dalgasız, kımıldamayan suda insanın gözünü büyülüyordu.
Huzur dolu, eğlence yönünden sakin Raiatea' dan 3 gün sonra ayrılmak üzere uçağa binerken mercan ve deniz kabuklarından yapılmış 2 kolyeyi de hatıra olarak aldım.
BORA BORA
Raiatea’ dan 15 dakikada uçakla Bora Bora’ ya inerken yukarıdan enfes türkuvaz renkteki lagun içinde yerleşmiş bungalovlar görünmeye başlamıştı. Hava alanı adanın dışında müstakil bir Motu üzerinde. Oradan bir katamaran ile adanın merkezi Vaitepe’ ye varılıyor. Polinezya adaları mevzuunda en çok şairler adası Bora Bora hakkında büyük hayranlık ve methiye yazıları yazılmış.
"Daha uzaktan 727 metre yükseklikteki sönmüş volkan Otemanu’ nun siluetinin görünüşü insanda heyecan uyandırmakta. Pasifik denizinin incisi Bora Bora çevresininin en güzel resiflerine sahip".
Bu anlatımları önceden okumuştum. Ancak taa buraya gelip, uzaktan yakından bu sade cenneti görünce, yaşayınca söylenen ve yazılanların yetersiz olduğunu bile söyleyebilirim.
|
|
|
|
|
|
|
Tahiti’ den 240 km uzaklıktaki 5000 nüfuslu Bora Bora tarifi zor renkteki lagun içinde 38 km2’ lik bir alanda insanları hayal alemine sürüklüyor. Bora Bora lagununu büyük Pasifik dalgalarından koruyan çepeçevre bir resif oluşmuş.
Kaldığım otel Beach Club Bora Bora idi. Otele gelişimde resepsiyondaki Putua Heiata karşıladı ve ayrılmış olan
Bungalow’ a yol gösterdi.
Oda bir alemdi. Yatak üstü, yastık üstü,banyoda lavabo içi ve küvet içi bugenvil çiçekleriyle süslenmişti.
Bu tarz süsleme genelde Pasifiğin zarifliğine, güzelliğine has bir saygı ve sevgi gösterisi. Mutad vechile burada da minik bir oto ile 32 kilometrelik ada turunu, birçok güzellikleri anılarıma alarak 3 saatte bitirdim.
Öğle vakitlerini boşuna yemek yemekle harcamıyordum. Yukarıda da belittiğim gibi turistik yönden yüksek sezon olmadığından genelde oteller tam dolu değil dolayısıyla turist bolluğu daha yoktu.
Bu durumda iş rahatlığından tabiatıyla oranın lokal kişileriyle arkadaşlık etmek Fransızca avantajımdan dolayı benim için de kolaylaşıyordu.
Bir sabah saat 10’ da artık samimi olduğum otelin sportif ekibi motorla lagun gezisine çıkacaklarını, istersem gelebileceğimi söylediler.
Fırsat kaçırılır mı, hemen atladım ve tumbalarla, deniz kabuklarını öttürüp arkasından koro halinde şarkılar söyleyerek denize açılındı ve teknede piknik yaptık.
Diğer gün bir grupla deniz aktivitelerinin menaceri Frogger bizleri karşımızdaki yarım saatlik mesafedeki adaya pikniğe götürdü. Frogger çok neşeli, hoş, matrak, esprili biriydi.
İlk önce Palmiyelerin bol olduğu bir ormandan geçerken ikaz etti ve yukarı dikkatli bakarak yürüyün ve katiyen başınızın üst tarafında 30 metre yükseklikteki palmiyelerde Hindistan Cevizleri - Cocoslar bulunmasın zira aşağıya düştüklerinde başınıza isabet ederse kat’ iyyetle kafanızı kırar dedi. Bunların kabukları mermer sertliğindeymiş.
Bu yüzden Hindistan cevizini en kısa zamanda ortasından falçata ile bir vuruşta ikiye ayırma müsabakaları yapılıyor.
İlginç bir çözüm:
Motelimin bahçesinde ilginç bir görüntü dikkatimi çekmişti. 30 metre yüksekliğe varan Palmiyelerin takriben yerden 4 metre yukarısında gövdesine 50 cm kadar genişlikte saç kaplanmıştı.
Niye diye sorduğumda açıklaması hemen geldi:
Belki "Animal Planet" TV’ sinde de görmüşsünüzdür. Bir çeşit avuç içi büyüklüğünde yengeçler ekserisi kırmızı
hem suda yaşıyorlar hem de muayyen bir dönemde hızlı
hızla karaya doğru yönelip hem Palmiyelerin dibine yuva delikleri kazıyorlar hem de ağaçlarının taa tepelerine kadar tırmanıyorlar. Bu durumda tehlikede başlıyormuş:
Zira yukarıda Hindistan cevizi saplarını da kemiren yengeçler bunların beklenmedik anda yere düşmelerine sebep oluyorlarmış. Böylece de birkaç turistik kafa zarar
görmüş. İşte hikaye buydu.
Evet nerede kalmıştık:
Artık Frogger’ in pikniğindeyiz. Bizlere enfes bir balıklı, tavuklu bir barbikü hazırladı. Barbiküyü yakmak için ateş gereğini düşünen bir İsviçreli çakmak uzattı.
German ırkı bu hususta işletmeye tam uyan bir ırktır. Zira onlar ateşin talimatname gereği yalnızca emniyetli çakmaklarla yakılacağına kanunen ikna ve mecbur edilmişlerdir.
Frogger çakmağa gerek olmadığını, kendilerinin odunları birbirine sürterek ateş yaktıklarını söyledi.
Frogger ocağın üstüne iyice eğilip 3-4 dakika süresince odunları birbirine sürtüp dururken, çaktırmadan el içinde sakladığı kibritle çalı çırpıyı ateşe verdi.
Artık bu işe inanan inanmayan birçok kişiden büyük alkış aldı.
|
|
|
Akşam üstü gezi devam etti ve Lagun’ nun başka bir yerinde Şnorkelle dalmaya gittik. Burası tahminen 150 metre genişlikte bir Mercan tarlasıydı. Bu defa ayaklarımıza lastik terlikler giyip sığ suda dikkatle yürümeye başladık. Zira kazaen bir mercan' a dokunduğunuzda veya yürürken bastığınızda, o yer jiletle kesilmiş gibi oluyor.
Zengin program devam ediyordu: Bir başka gün öğleye doğru motora binerek 8 kişi lagun içinden keyifli ada turu yaptık. Programda Manta’ lara (bizdeki görüldüğünde ürperti veren ve kuyruğunda uzun dikeni bulunan Keler familyasından) sonra da Köpek balıklarına yem verme vardı.
Manta’ yı duyunca hatırıma geçmiş senelerde Marmara Tuzla da denizde dipte yaşayan fazla büyük olmayan Keler’ in zıpkınımla vurmamdan sonra o korkunç eşkaliyle aniden üzerime doğru geldiğini ve zıpkınımı, şnorkeli, gözlüğü fırlatıp nasıl hızla sahile yüzdüğüm geldi. Burada ilk anda bu maceraya girmek istememiştim ama ecnebi bir memlekette Türk olarak kahramanlık duygum ağır bastı ve Mantalara yem vermeye hazırlandım.
Elimize plastik torbalara doldurulmuş ekmekler verildi ve haydi suya dendi. Daha suya atlar atlamaz denizin dibinde yığınla karartılar belirdi. Bunlar tahminen 70 – 80 santim kanat genişliğinde Manta’ lardı. Şnorkel ve gözlükle mükemmel görülüyorlardı. Manta sürüsü tavuklar gibi akın ettiler. Ancak kortuğumuz gerçekleşmedi yani saldırmadılar.
Çok munis hayvanlarmış ki, başlarını kaldırdıklarında elimizle hafifçe yüzgeçlerinin bir tarafından yumuşakça tutup göğüs altındaki geniş ağızlarına çocuklara mama yedirir gibi ekmekleri tıkıyorduk. Başlangıçta irkiten ama akabinde sevdiren bir ortam oluşmuştu. Su altında çektiğim resimlerin birçoğu maalesef iyi çıkmadığından, nisbeten iyi olan şu bir iki tanesiyle yetinmek mecburiyetinde kaldım.
Motorla geziye devam ettik ve bir yerde demir attık. Derinlik Lagun içi tahminen 1.50 metreydi. Sıra Köpek balıklarını doyurmaya gelmişti. İlk önce yakınımızda duran ikinci bir motorla aramıza deniz sathından bir halat gerdiler. Sonra elimize içi kanlı balık parçaları ile dolu bir kova verip, şnorkellerimizi gözlüklerimizi de takıp göğüs hizamıza kadar gelen derinlikten, halat hizasını kat’ iyen geçmemek kaydıyla yem balıkları ileri fırlatmamız söylendi.
Ekmekleri ve kanlı balık parçalarını hızla ileri doğru fırlatıp su altına girip seyrettim. İlk önce etrafımı burnumun dibine kadar rengarenk balıklar sardı. Arkadan baş aktörler göründü. Aman Allah, bir anda karşımızda tahminen 3-4 metre olsa gerek köpek balıkları kanlı et parçalarını yemek için saldırıya geçmişlerdi. Ancak yemlerin herhalde bizlerden daha leziz olduğu kanısına varmışlar ki, biraz burun kıvırır havasına girdiler gibi.
Bu anı çok şükür bizzat kendi kameramla iyi çekebildim. Su altından yemlerin ortalıkta azaldığını görünce, hoppala motora geri atladık. Böylelikle "Shark" filmindeki benzer sahneleri yaşamadan elim bacağım yerinde otelime döndüm.
Zorlu geçen günün akşam üstünü de yakındaki başka gene mimari yönden enfes bir Motele gidip oturup eşe dosta kart yazdım.
Bora Bora’ da son iki günümü huzur bulmayan kıskançlık duygularımı Gauguin’ in yapıtlarına hasretmiştim. İlk önce otelin karşısındaki bir marketten yeni 1997’ nin enfes resimli Duvar takvimi ile bir de Paul Gauguin’ in tabloları olan 1997’ nin başka bir takvimini aldım.
|
|
|
|
|
|
|
Şimdi iş ikinci hamleye gelmişti:
Motelimde düşüncemi recepsiyondaki Putua Heita’ ya ve arkadaşı Mou-Sing Hilsa’ ya anlattım.
Gauguin’ in takvimindeki yaptığı tabloların benzerlerini bizzat onlarla sahilde çekecektim.
Teklifimi, yeni Türkçe tabirle Acayip !! karşıladılar, yani beğendiler..
Ve.. sahneyi, konumu, ortamı taa Hindistan cevizinin kumda duracağı yere, üzerlerine iliştirecekleri pareolara kadar hepsini hazırladım ve keyifli, hoş çekimleri Gauguin’ in maalesef yokluğunda beraberce yaptık.
Bu buluş ve düşüncemin mükâfatını da Heita’ nın yazmış olduğu yöresel çiçeklerle süslü uzun bir şiirle aldım.
İstanbul’a dönüşte çektiğim resimlerden bir duvar albümü hazırlayıp, beş tanesini Bora Bora’ ya hediye olarak yolladım.
Fransız Polinezyası gezisi unutulamayacak anılarla burada sona eriyor...
Dağlarda bayırlarda yetişmiş Çiçeklerden oluşan bir Buketi..
Siz; Anılarımı taa buraya kadar sabırla okumuş, seyretmiş olan değerli
WEB Misafirlerime armağan ediyorum.
A votre Santé
Not: İnternette özellikle "Çiçek resimleri" yayımlayanlar herhalde uzak seyahat masraflarını aradan çıkartmak için nedense "Copyright" kelimesini eklemeği ihmal etmiyorlar.
Benim; bizzat çektiğim bu Resimleri rahatlıkla istediğiniz ortamda kullanabilirsiniz.
Şayet çok beğenmişseniz, mümkünse bir E-Mailiniz beni memnun edecektir.
Saygılarımla
Sanal Çiçek Bahçemiz
|
|
|
|
|
|
|
|
|