|
Büyükada Anıları...
ADA’ YA İLK GELİŞ...
Nişantaşı Anılarımda bahsetmiş olduğum gibi 1945 yılının ilkbaharında Büyükada, Nizam’ da yazlık tek katlı evimize taşındık.
Evi babam Aspasya Darmıs isimli bir Rum’ dan almış.
Akakça sokağının yukarısında, ormana yaslanmış evin manzarası çok huzur vericiydi: Güneydoğu’ dan başlayıp, görüş alanı Ayayorgi Tepesinden, Dil’ e, uzaktan Yassıada ve Sivriada’ ya, Batı yönünde de Heybeliada’ nın Çam Limanı’ na ve Deniz Harp Okulu’ na kadar uzanıyordu.
Ayrıca gün batışını ve de Mehtaplı geceleri yaşama keyfine doyum olmuyordu.
EV’ DE “ SUSUZ YAZ “ LAR...
Evimizin altında, genelde birçok evlerde olduğu gibi sarnıç vardı. Dam oluklarından gelen yağmur suları süzgeçten geçirilerek sarnıca yöneltiliyordu. Ancak yaz boyunca sarnıç suyu ihtiyacımızı karşılamıyor, ayrıca bahçedeki kuyu' da yetersiz kalıyordu.
Neyse ki; 1940’ larda Ada’ ya su dağıtım boruları döşenmişti. Umumi kullanım için gerekli Su, Maltepe’ den gelen tankerlerle Ada’ nın yukarı bölgesindeki büyük ana depoya pompalınıyordu. Belediye Su' yundan öncelikle gündüzleri aşağı bölgelerdeki evler faydalanıyorlardı. Çünkü sarfiyatın çokluğundan ve de ana deponun yetersizliğinden, yukarı bölgede bulunan evlere yeterli su çıkmaz veya tazyiki düşük olurdu. Ayrıca Su' yun evlere dağıtımıyla ilgili zaman zaman tatlı sert münakaşalar da olmuyor değildi.Zira ekseri sokakların girişinde bulunan güya gizli ve özel anahtarla açılan- kapanan vanalar, bahçıvanlar tarafından, kendi evlerinin konumuna göre ayarlanırdı. Bu oyunun bilmeden dışında kalan bizler, gece yarısı kalkar, hortumu sarnıca verir ve dolması için musluğu sabaha kadar açık bırakır, tavşan uykusuna dalar, arasıra da uyanır, kontrol için sarnıç başına gider, şayet akan su sesi duymaz isek - tıpkı çocukluğumuzda bir trenin yaklaşıp yaklaşmadığını anlamak için, kulağımızı ray’ a dayadığımız gibi.. - hortumun içinden gelmesi muhtemel sesi duymak veya hava basıncını sezmek için dinlemeye geçerdik.
|
|
|
|
|
|
NİZAM MEVKİİ / BAHÇEMİZ’ DE FLORA
Nizam mevkii; iklim yönünden İstanbul’ un Riviera’ sıydı. Maden Bölgesinin aksine, kuzey yönü dağ yamacına dayandığından, gayet mutedil olup, her türlü meyva ve çiçek yetişiyordu. Mesela bahçemizde meyva olarak mandalina, dut, incir, malta eriği, elma, badem, ceviz vs. çiçek olarak ta başta yasemin, gül, karanfil, leylak, mimoza, begonvil ve - genelde adet olduğu vechile, içinde klasik kırmızı balık bulunan - küçük havuzda da nilüfer vardı.
Mimoza ağacı; ilkbaharda açtığında bizlerin ve de diğer Ada’ lıların daha o mevsimde yazlığa gitmiş olmamalarından istifade edenler, bahçelere gizlice girip, mimoza dallarını hoyratça koparıp, Nişantaşı köşelerini renklendiriyorlardı.
Aynı girişim İncir zamanında da yaşanıyordu. Bu sefer de Eylül’ de olgunlaşmış Kavak İnciri vs. Ada’ lıların kışlığa taşındıktan sonraki zamanına rastladığından, bunları toplamak, hele büyük bir keyifle ağacından yemek bizlere pek nasib olmuyordu.
Bahçemizdeki Gül yapraklarından ve Baba İncir’ den reçel yapma işini Anneannem üstlenmişti. Gül yapraklarını toplamak benim vazifemdi. Bu işten de bir oyun çıkartmıştım. Güllerin içine ekseriyetle Zina isminde koyu mor renkte hoş bir böcek yerleşirdi. Onu ürkütmeden, bir ayağına dikkatlice iplik bağlar, sonra zarar vermeden mini uçurtma gibi uçururdum
GÜN’ E BAŞLARKEN...
Büyükada’ daki yaz tatillerim genelde bir hayli hareketli geçti.
Sabah’ ın olduğunu kuş seslerinden başka bahçemizdeki Denizli horozunun gururlu öttöröösünden haber alırdık. Akabinde de horozun nezaretindeki Legorn tavukları kahvaltımıza taze yumurtalarını yetiştiriyorlardı.
Evimizin karşı yamacında bulunan Stelyo’ nun güzel atlı faytonundan başka bir de mandrası vardı. Stelyo sabahları bize Mandra’ dan taptaze su katılmamış İnek sıcaklığında süt getirirdi.
Taze günlük Ekmek ve Gazete almak işi de bana düşüyordu. Yokuşumuzun başındaki yaşlı ama son derece tatlı Rum- Bakkal Diamandi’ ye bir koşu iner, kısa bir sohbetten sonra, gerekeni alır tekrar kahvaltıya yetişmek için ev’ e tırmanırdım.
Yoğurt gerektiğinde " Sarandi " alınırdı.
Panayot; her sabah bahçemizdeki sebze ve çiçeklerin bakımını yapar, akşam üstleri gün batımında sular, ev' i hemen arkamızda olan Salvo ise gerektiğinde, çatı vs. tamiratlarını büyük bir beceri, sıcak kanlılıkla canı gönülden onarırdı.
Ayrıca evimize - varlığımızda ve zaman zaman yokluğumuzda - sahip çıkan Hasan Efendi ve Eşi Seher Hanım ender rastlanabilecek iyilik timsali, tertemiz karakterli kişilerdi.
|
|
|
|
|
|
Saat 10:00’ a doğru sebze ve meyva satan seyyar satıcıların yükselen gür sesleriyle, bahçe kapısına yönelir ve o gün yenecek yemek ve meyvaların seçimine Anneannemin ve Annemin nezaretinde başlardık. Seyyar satıcıların bu gür sesleri bana büyük amcam büyük Türkçü Ahmed Hikmet Müftüoğlu’ nun yıllarca önce aynı yöre ve mekanda oturup 13 Teşrinievvel 1910' da kaleme almış olduğu “ Üzümcü “ yazısını hatırlatıyordu
( İlgili yazı: “ Biz Türk’ ler “ Link’ inde “ )
Ada’ ya geldiğimizin ilk senelerinde; evdeki sabah keyfinden sonra, saat 11:00’ e doğru deniz torbalarımız hazırlanır ve Yorgoli (Yörükali) koyundaki plaja doğru Faytonla yola çıkardık. O seneler Nizam’ daki Değirmen plajı daha açılmamıştı. Ayrıca Büyükada iskelesinden kalkan ufak bir vapur da İstanbul’ dan gelenleri doğruca oraya taşırdı.
Plajda kabinler tekmil tahtadandı. Muayyen bir giriş ücreti karşılığında ya özel aile kabinini veya umumi bir kabini kullanabiliyordunuz. Günlük kiralanan aile kabinlerine girildiğinde ilk yapılan iş kabinin sağındaki ve solundaki tahta bölmenin iyice kontrolüydü. Zira çok kere bu bölmeler iki ayaklı fareler tarafından göz büyüklüğünde delik açmak suretiyle içerdekileri rontgenleme kolaylığı sağlıyordu. Şayet delik tesbit edilirse; geçici olarak ya havlu veya yanınızda tedbir olarak getirdiğiniz şişe mantarı ile tıkanıyordu.
Denize ailece girildiğinde en eğlendirici oyun, tahminen bir karış çapında bir lastik halkayı uzaktan atarak karşıdakinin yukarıya uzanmış eline geçirmekti veya denizin altına aniden dalarak yanınızdakinin sizi telaşla aramasına vesile yaratmaktı.
Denize girme safhası bitipte, sıra kabinde giyinmeye geldiğinde, ilk önce kabinlere servis yapan çocuktan bir leğen su istenir, çocuk su dolu teneke leğeni kabinin açık olan alt tarafından içeri iter, bizde güzelce ve zahmetsizce kumlu ayaklarımızı yıkardık. Bu servis çok kere aksadığından bir leğende bir ailenin toplam ayaklarının yıkandığı da oluyordu.
Plajda babam zaman zaman bazı tanıdıklarına rastlar ve sohbet ederdi.
Bir seferinde; 1945 yılının sonbaharında, benim Galatasaray’ dan değerli Türkçe hocam ve beni tek ders Türkçeden sınıfta bırakan ayrıca gerek Nizam’ ın gerekse Yörükali Plajı’ nın müdavimi, hanımların gözdesi Esat Mahmut Karakurt ile tanıştı. Hoş sohbet arasında, benim durumumu öğrenince hocam üzüntüsünü dile getirmişti. Keşke Yörükali’ ye bir sene önce gitmiş olsaymışık!..
ÇEVREYE DOĞRU AÇILMA...
1945-48' li yıllarda Nizam’ da gerek aile gerekse akraba ve de arkadaş olarak geniş bir çevre oluşmuştu. Gurubumuzla bazı mehtaplı gecelerde Dil' e piknik yemeklerimizle, portatif koldan kurmalı " Sahibinin sesi " (His Master's Voice) Marka Gramofon ve 78' lik plaklarla gider, orada taa Rum' lar zamanından kalma beton dans pistinde Türkçe Tangolar, Tino Rossi vs. ile dans ederdik.
|
|
|
|
|
|
Mehtaplı gecelere Nizam' da daha da hareketlilik yaşanırdı.
Davetler ve geniş aile sohbetleri o geceler başka bir renk kazanırdı.
Bir defasında, gene bir Ağustos mehtabında babam Moda Klübünden tanıdığı son derece kibar, değerli ve centilmen Selahattin Cihanoğlu’ nu ve Üstad Münir Nurettin ile evimize davet etmişti. Münir Nurettin o akşam terasımızda Ayayorgi semasında yükselen ve sonradan ışığını Dil’ in çevresine aksettiren Mehtap’ ta enfes şarkılarını meşk eylemişti.
Sinema için; bazı geceler yürüyerek Anadolu Klübünün önündeki 23 Nisan Caddesinde açık Mehtap Sinemasına gidip, kış ayları Beyoğlunda seyredilmiş filmleri burada bir defa daha çekirdek, fıstık çıtırdıları arasında keyifli bir ortamda seyrederdik. Film süresince verilen zoraki Ara’ lara Elektrik şirketi karar verirdi.
DEĞİRMEN PLAJI AÇILDI...
40’ lı yılların sonuna doğru Değirmen Plajı Ajlan’ ın idaresinde açılınca, tüm gurubumuz Değirmen Plajından denize girmeye başladık. Orada; yerimiz yurdumuz belli olsun diye beyaz benekli kırmızı eşarplar takıyorduk. İsmimiz Değirmen plajında “ Kırmızı Eşarplar “ Gurubu olmuştu. Hep beraber gidilir, hep beraber denize girilir ve eğlenilirdi. O zamanlar Ozon tabakasındaki delik büyük boyutlara varmadığından, güneşin altında 3-4 saat yatmakta ve kavrulmakta bir mahzur görmüyorduk.
Aramızda - şimdiki Kilyos misalinin aksine - yüzme bilmeyen dolayısıyla sırası gelince de boğulan yoktu. Zaman zaman Değirmen sahilinden yüzerek Dil ucuna kadar uzanıyorduk.
Bir defasında, tatlı bir iddia uğruna Değirmen Plajından Heybeli Ada’ daki Deniz Harp Okulu tesislerine yüzerek gitmeyi hedeflemiş, ancak kuvvetli poyraz neticesi takriben sahile 100 metre kala pes etmiştim.
Değirmen Plajından genelde saat 14:00’ e doğru evlere dönülür ve kısa uykuya yatılırdı.
Akşam üstleri ya evlerde çay ve pasta yeme vesilesiyle toplanılır veya gene beraberce Lunapark’ ta Merkeplere binip gezmeğe giderdik. Merkep' e binmek kadar Merkep' in huylusunu, huysuzunu, çok koşanını veya hiç yürümeyenini seçmek bir beceri isterdi.
NİZAM’ DA OTURANLAR...
Nizam çevremizde birçok tanınmış ailelerin ya yazlık evleri vardı veya yazlığa geliyorlardı: Hacı Bekir’ ler, Nedim Kaleci’ ler, Borovalı’ lar, Erenyol’ lar, Turgan Sabis’ ler, İhsan İpekçi’ ler, Fahir İpekçi’ ler, Rıza Derviş’ ler, Yalman’ lar, Kuyumcuyan’ lar, Muhterem Kolay’ lar, Çolak’ lar, Sarper’ ler, Ruşen Eşref' ler, Cemali’ ler, Sadıkoğulları, Selçuk Kaskan / Osman Seden’ ler, Hamarat’ lar, Radyolin’ ciler, İhsan Şükrü’ ler, Sılan’ lar, Ahmet Emin Yalman’ lar vs.
|
|
|
|
|
|
GENÇLİKTE YAZ AYLARI...
1948 -1951 yaz yılları arasında gençliğin verdiği hareketlilik, görüş ve heyecan arayışı içinde yolum Nizam’ ın plajından kısmen ayrılıp Anadolu Klübüne doğru yöneldi. Sabah erken saatlerde Teniz Hocası Varujan’ ın idaresinde ders almaya devam ederken, bazı hoş arkadaşlıklar da kurma ortamı oluştu.
Akşam üstleri Viranbağ istikametinde bisiklet gezintileri ve aynı yörede mini koylarda denize bir ikinci defa girme fırsatları belirdi.
Akşamları ise Anadolu Klübünde dans etmek tercihimizdi. Dans ustalığı hususunda Tevfik Dölen bir numaraydı. Ondan aldığımız ilhamla, bir kış Galatasaray’ da evi bulunan meşhur Panosyan’ ı evimize davet ederek arkadaşlarla Cha Cha Cha dersi almıştık.
Adanın ilk güzel ve çok popüler gece klübünü kibar ve son derece kendine has bir şıklıkta ( o zamanlar emsal yerlere terli atlet ve sökük pantalonla gitmek moda olmadığından ) Yekta açmıştı. Güzel müzik eşliğinde Ada’ lılara geç vakitlere kadar neş' eli sohbet etme ortamı yarattı.
Bazı mehtaplı, mehtapsız gecelerde Nizam Bölgesi üstündeki çam ormanları arasındaki meşhur “ Aşıklar Yolu “ biz gençlerin tatlı tatlı sohbet etme, dünyayı pembe görme mekanıydı.
BÜYÜKADA’ YA GİDİŞ-GELİŞ...
Ada’ da yaşanan en renklii saatler arasında vapurla sabahleyin 7:40’ la Köprüye ve de akşam 5:45’ le Ada’ ya dönüşü sayabiliriz.
Genellikle Eş’ li beyler son zamanlarda işletmeye konmuş beyaz Ülev veya Suvat vapurunun en arkasındaki Lüks koltuklu bölümde otururlar ve tanıdık çevreyle saat boyunca neş’ eli sohbet ederlerdi. Bir ara fiyakalı giyinmiş kondüktör gelir, lüks farkını tahsil eder ve elindeki zımba ile bileti delerdi. Nadiren olsa da, şayet elinizdeki bilette Kondüktör deliği görünmezse, ceza vermeniz gerekirdi.
Vapura Eş’ siz binmiş beyler ise tercihan ön taraftaki bölümde otururlar ve karşılıklı şakalaşmalar içinde Köprü’ ye varırlardı. Bu direk seferler o derece kalabalık olurdu ki, merdiven basamakları bile kelli felli beylerin oturma mekanları olmuştu. Babam sırf ayakta kalmamak için yanında tedbir olarak evrak çantasına katlanarak sığabilen bir portatif iskemle edinmişti.
Akşam Ada’ ya dönüş seferinin kalktığı Galata köprüsü altında vapuru beklerken, iskelenin bitişiğinde, Piyango Bilet tezgahının arkasında takriben 2.40 boyunda Uzun Ömer ve de tezgah üzerinde oturan - yavru kedi misali -50cm boyunda Cüce Simon’ dan Piyango bileti almak insana kısa zamanda zengin olma umudu veriyordu.
Rumca bilen, konuşan Adalı dostlarımız ise en son haberleri öğrenmek için, gene vapura giriş kapısının yanında, görme özürlü olan sağ ayağı önde, sol’ u arkada, bir ileri bir geri sallanarak ( gitsem mi, gitmesem mi der gibi..) Mavro’ dan Apoymadini, To Vima, Ayyara, Eypuros, Şalom gazetelerini alabiliyorlardı
Ada' ya giden ekspres vapurlar dışında, Kınalı, Burgaz, Heybeli' ye uğrayıp Ada' ya giden ağır aksak vapurlarla yolculuk yapanlar, alt bölümlerde zaman zaman etrafı gözleyip kondüktörlerden kaçan yeni satıcı türleri ile tanışıyorlardı: Jilet, kalem, yelpaze vs. satanlar – satış reklamlarını başarıyla sürdürüyorlar ve yeni müşteriler kazanıyorlardı. Bu satışların özelliği, ihtiyaçtan herhangi bir şey alana, satıcının ek olarak kişinin en kullanamayacağı bir alay başka takım taklavat vermesiydi. ( bugünkü ismiyle...Promosyon..)
|
|
|
|
|
|
İSKELEDE KARŞILAMA...
Ada halkı akşam üstleri saat 5:45 Köprü-Büyükada vapurunu dolayısıyla Eş’ lerini, Flört' lerini vs.karşılamak için, güzelce süslenip püslenir ve iskele çıkışınla Saat kulesi arasında volta atmaya başlarlardı. Her kim olursa olsun, o zamanlar 2 çok güzel beyaz Rus kız kardeş, çevreye fark atıyordu. Genel görüntü sanki bir defileydi. Bu ortam güzelliğine, iskelenin çıkışında; sol köşede - bugün bile halen orada bulunan - Gazete Bayii Baba Niko’ nun oğlu Yani’ nin dükkanın bitişiğinde, elinde bir ucu patlıcana batırılmış diğer ucu ise çam iğnesine geçirilmiş mis kokan Yasemin demetleri ve yanıbaşında da dış kabukları çıkarılmış, su içinde taze Ceviz’ ci ekleniyordu. Niko’ nun köşe gazete dükkanının karşısındaki köşe başında da kısa boylu, lacivert kasketli, - ismini hatırlayamadığım -camekanlı ufak arabalı leblebici ve fıstıkçı ve onun yakınında Habib belirli müşterilerine çerez satarlardı. Bu iki çerezciye akşam geç vakit, biraz ilerideki Açık Mehtap Sineması önünde tekrar ratlayabilirdiniz.
Gene 5:45 vapurunun çıkışında,, sağ tarafta, kah ayakta, kah kahvedeki sandalyesine yarım oturmuş, ciddi bakışlı, bembeyaz, tertemiz ceket ve pantolonla, göğsündeki mendil cebinde, ufacık bir laboratuvar tübünün içine konmuş ya Yasemin veya Karanfil ile son derece sakin Dr. Çat göze çarpardı. Onu gören Ada’ lılar sağ ellerini havaya kaldırır, o’ na selam verirken “ Çat “ derler. O da aynı şekilde “ Çat “ diye tek kelimeyle selamı karşılardı.
İskeleden çıkıp saat meydanı çevresinde cıvıl cıvıl bir ortamda süren karşılama seremonileri yavaş yavaş sona yaklaşırken, adımlar yukarı istikamete doğru sıklaşır ve Fayton meydanında araba yakalama yarışı başlardı. Bu bekleme kuyruğu, kalabalığa göre yarım saat rahat sürebilirdi. Bu zaman zarfında günün yorgunluğunu hisseden ciğerlerin teneffüs ettikleri; sıhhatli ve Ada’ lara has amonyaklı taptaze gübre kokuları ertesi günkü hayat mücadelesine enerji yüklüyordu.
Kısaca bugüne dek, biz Ada’ lılar iki kokuyla beraber yaşarız: Yasemin ve Gübre.
|
|
|
|
|
|
ADA’ DAN ÖZEL NE ALINIR ?
Yasemin, Melisa saksıda, Asma Kabağı, Dut, İncir vs. ve de bahçelerden gizlice koparılan Gül ve kırılmış Mimoza ve Ihlamur dalları...
Yaz başında Kara Dut’ u ve Sonbaharda Kavak İncir' lerini mümkünse ve ortam müsaitse...gizlice bahçelere girip, doğruca ağaçtan yemek çok daha keyif vericidir...
SONBAHAR...
Mevsim Eylül’ e yaklaştıkça bir kışlığa taşınma hüznü başlardı. Genellikle Eylül’ ün ikinci haftasında aniden çıkan bir fırtına ile göç eden Bıldırcın’ lar adamızın çamlıklarının arasına düşerlerdi. Ben de hemen bir süveter veya ceket alır, yukarımızdaki Aşıklar yoluna yakın çamlığa yönelir ve bıldırcın gözlerdim. Gördüğümde aniden üstüne ceket atar ve ani çıkan fırtınadan dolayısıyla rüzgardan sersemlemiş bıldırcınları avlardım. Sonradan da acır, tekrar serbest bırakırdım.
ADA HABERLERİ...
Bugünkü Televole misali,1940’ lı yıllarda Tekçe’ lerin çıkardığı “ Pandispanya “ ve sonra “ Adalar “ gazetelerini okuyanlar, bütün yaz sosyal gelişmelerden haberdar olurlardı.
|
|
|
Resimler ile Büyükada Anıları
İlgili resimler " Resim Galerisinde " sergilenmiştir.
Not: Resimler şu an için Kronolojik sıraya göre dizilmemiştir.
|
|
|
|
|
|
|